Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Görünüşe göre A Milli Futbol Takımı'mızın teknik direktörü Sayın Mustafa Denizli de ucuzcular kervanına katılmakta fayda görüyor. Mustafa Denizli'nin kendi sahamızda berabere kaldığımız son maçtan sonra verdiği (daha doğrusu "ortalığa fırlattığı" demeliydik) beyanat, futbol dünyamıza yeni bir düşman konsepti armağan etmiş bulunuyor: "İçimizdeki İrlandalılar".

Türk halkı, yukarılardan bakılınca birilerinin zannettiği gibi aptal mı görünüyor acaba? Eğer varsa kendi düşmanını tanıyamayacak, teşhisinde zorlanacak kadar aptal mı görünüyor ki, ikide bir birileri ortalığa çıkıp, "Ey millet düşmanın şudur, ey Türkoğlu düşmanını tanı ve asla affetme." diyerek hazır düşman tariflerinde bulunmaktan kendini alamıyor?

İçimiz dışımız düşman oldu yahu! Nereye baksak bir düşmanın gölgesini, ayak izini, soluğunun sıcaklığını veya kirli ellerini görür olduk; düşmansız rahat edemiyor, şöyle yakın bir yerlerde, bazen kulağımızın dibinde, bazen ense kökümüzde, bazen dişimizin kovuğunda bir düşmanın varlığına hükmetmeden huzur bulamıyoruz. Bu kadar çok düşman edinmek paranoyası, "Öyle bir namussuz ki tek düşmanı bile yok!" tespitini fersude ediyor, laçkalaştırıyor ve belki de hepimizi gerçek düşmanı tanımak gerektiği anda teçhizatsız bırakıyor.

Neymiş; içimizde milli takımın başarısız olmasını isteyen gizli İrlandalılar varmış; İrlanda'yı elediğimiz için şu anda için için ağlıyorlarmış; Sayın Denizli, içimizdeki İrlandalılarla artık hesaplaşacakmış filan... Aynı ağızın Futbol Federasyonu'nun yetkilileri ve bazı futbolcular tarafından tıpatıp tekrar edilmesi daha vahim. Bu çirkin benzetmenin savrulduğu ana kadar Mustafa Denizli'ye sempatim vardı ve bir teknik direktör olarak başarılı buluyordum; ama neredeyse gerginlikten iflas etmiş bir yüz ifadesiyle "içimizdeki İrlandalı"lara nefret kustuğu andan itibaren kendimi Mustafa Denizli'nin tarif ettiği düşman konsepti muvacehesinde "İrlandalı" gibi hissetmeye başladım. Ve o andan itibaren kendisinde, ta GS teknik direktörlüğü yaptığı günlerden bu yana var olduğuna inandığım "Avrupa vizyonu"nun varlığından şüphe duymaya başladım. Şu anda Sayın Denizli'nin Türk Milli Takımı'nın teknik direktörü olarak Avrupa Futbol Şampiyonası'nda temsil edebileceğine dair duyduğum güven sıfıra indi. Futbol bilgisini tartışamam; ama her şey uzmanlık bilgisinden ibaret değil ki? Bu derece tahammülsüz, içten pazarlıklı ve kolay "düşman" tarif edebilen biri, Türkiye'yi değil Avrupa Futbol Şampiyonası'nda, Balkan Bakkallar Birliği'nin yıllık olağan genel kurul toplantısında bile artık temsil etmemelidir.

O ana kadar hangi futbol yazarı "İrlandalı" ağzıyla konuştu, doğrusu hiç umurumda değil; neticede bu tartışmanın ana fikri futbol ve futbol bir oyun: İrlanda'da oynadığımız maçta yediğimiz golden dört dakika sonra o mucizevi penaltı olmasaydı, bugün Sayın Denizli bir "İrlandalı" edebiyatı yapmaya mecal bulabilecek miydi? O penaltıyı hakem görmemiş olsaydı, bugün Türk spor basınından kaç kişi gerçek bir "İrlandalı" gibi sevinebilecekti?

Belki Sayın Denizli'ye fazla yüklendik; ama aklına gelen herkesin "ihanet anatomisi" konusunda ahkam kesmesinden artık bıkkınlık geldi. Bu millet başarısızlıkla ihanetin birbirinden çok farklı şeyler olduğunu bilecek kadar ariftir ve ihanetin bu ülkede ne kadar sübjektif kıstaslarla yapışkanlık kazanabildiğini hissedecek derecede tarih görgüsüne sahiptir.

Ben futbolu, her neticeye ve farklı üsluplara tahammül noktasında demokratik kültüre faydası olduğuna inandığım için ciddiye alıyordum; 90 dakikalık harbi bir futbol maçının, gizli ihanetleri ve içimizdeki "İrlandalı"ları teşhis etmek için kriter kabul edenlerle futbol dedikodusu yapmanın bile lezzeti kalmadığına göre...

Hala anlamıyor musunuz, çoğumuz "İrlandalı"ymışız da haberimiz yokmuş; şimdi "öz vatanında İrlandalı" olmanın nasıl bir şey olduğunu daha iyi anlıyorum!

Sahi yahu, n'olacak bu İrlanda'nın hali?