Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

"Yüzlerce işçi ve ailesi isyanda. Gerekçe, zarar ediliyor. Sen hükümetsin, zararı önlemek senin görevin. Yatırım yaparsın, fabrikayı kâra geçirirsin."

Bu ifâdeler, ekmek teknesi elinden giden bir sendikacının feryadı değil; bir işçinin ağzından da çıkmıyor; vaktiyle planlamada uzman olarak görev yapmış bir yazara ait. Bunu okuyan SEKA işçileri, "helâl olsun abimize" diyecekler, "işçi babası, hakkımızı koruyor harbiden"

Devletin "yırtık" kesesinden ağalık yapmak, ahkâm kesmek, akıl vermek kolay. "Yatırım yaparsın, fabrikayı kâra geçirirsin; zararı önlemek senin görevin"miş. Hayır efendim, öyle bir görevi yok hükümetin: Hükümetin görevi kamu kaynaklarını doğru kullanmak, israf etmemek, hesaplı ve verimli yönetmek. Eski bir planlama uzmanı bile bilir ki, KİT'lerdeki bünyevî zararı, yeni teknolojilere yatırım yaparak aşmak o kadar kolay değildir; mümkün olsa, mahallî siyasetçiler baskı yapar, o üç-beş milyon doları bir şekilde hükümetten koparırlardı. Devletin işlettiği fabrikalar neredeyse daha kurulduğu gün zarar etmeye başlıyor; çünkü sermayedarı özel sektör değil, her nevi siyasi baskıya karşı yumuşak karnını koruyamayan devlettir, hükümetlerdir. Bütçede önce bir iğne ucu kadar çentik açan KİT'lerin zamanla nasıl birer karadelik halini aldığını en iyi, o kuruluşlarda işçi temsilciliği yapan sendikacılar bilir ama söylemezler.

Vaktiyle bir KİT'in hikâyesine, kuruluş safhasından başlayarak, bir türlü "özelleştirilememe"si sürecine kadar uzaktan şahit olmuşluğum var; fabrika binası için harcanan paranın birkaç katı "sosyal tesisler"e sıvandığında henüz fabrikada tek motor bile çalışmamıştı. Fabrika çalıştığı zaman büyük zarar ediyor, hammaddesiz kaldığında zararı asgariye iniyordu. Yanlış bir fikir, yanlış yere, yanlış bir yatırım politikasıyla uygulanmaya kalkışılmıştı. Kısa süre içinde KİT'in fecî bir karadelik olduğu fark edildi ve özelleştirilmesine geçildi. İhâleyi aynı iş kolunda üretim yapan bir firma kazanınca, o havalinin işadamları ve tüccarları acıklı bir hemşehrilik edebiyatı ile siyasilere baskı yaptılar. Fabrika bu baskılar neticesinde mahallî ortaklığa satıldı; hem de üç otuz paraya! Kâğıt üstünde fabrikanın arsası bile peşkeş fiyatının iki katıydı ama işletemediler. Sebebi açıktı; öyle bir işletmenin çarkını döndürmek için harcanacak paranın gökten yağması lâzımdı.

İşçilerin feryadını anlamak mümkün; KİT bünyesindeki maaş ve özlük hakları kompozisyonunu başkaca hiçbir özel işyerinde elde etmeleri mümkün değil. Sendikacı dostlarımız yine kızacaklar ama "üretimden gelen güç", emeğin yüksek rekabet gücüne sahip olması demektir, bir KİT'in kadrolarından başka yerde mânâ ifâde etmeyen emeğin gücü, özel sektörün ona biçtiği değer mesâbesindedir.

Ne yani, genel müdüründen daha çok maaş alan makam şoförlerini hiç duymadınız mı bugüne kadar; hâlâ var!

Hükümeti suçlayacaksak eğer, büyüme devam ettiği halde işsizliğin çığ gibi artmasından ötürü yüklenelim, zarar eden bir fabrikayı özelleştirmeye kalkıştığı için değil. Mahkemede mübaşirlik kadrosu bulabildiği için kendini çok şanslı sayan fakülte mezunlarının bulunduğu bir ülkede, haftada -sigortasız- 50 YTL harçlıkla çalışan arslan gibi delikanlıların, çiçek gibi genç kızların, "en azından bir işim var" diye avunabildiği bir ülkede hâlâ "KİT'lerin zararını devlet kapatsın, kâra geçene kadar para aktarsın" nasihatinde bulunabilmek için ne olmak gerekiyor, uzman mı?

Özelleştirmeyi lâyıkıyla başaramadıkları için, şimdiki de dahil geçen hükümetleri suçlayalım; KİT'ler konusunda parayı esirgerken diğer sektörlerde savurgan davrandığı için, kamu kaynaklarını iyi kullanamadığı için, "devlet tasarruf yapamaz" lâfını artık atasözü haline getirdikleri için siyasi otoriteyi hırpalayalım ama "KİT'lerin zararını genel bütçeden karşılayalım" neviinden lâflar artık çok ucuz kaçıyor.