Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Zaman zaman kendimi Refii Cevad'ların, Falih Rıfkı'ların, Peyami Safa, Cihad Baban yahut Abdi İpekçi'lerin nesline mensup imişim, onların matbuat anlayışındaki muhafazakârlığı savunuyormuş gibi hissediyorum. Ne zaman gazete bayiinin önüne gitsem üst üste bindirildiği için ancak üstten dörtte biri görünen gazetelerin vitrinindeki hafiflikleri fark edip öfkeleniyorum. "Okuyucu bunu istiyor" kandırmacasını bırakalım artık; okuyucuyu bu hale getiren basının ta kendisi.

Frankenstein'in kâbus yaratığı gibi gazete okuyucusu, televizyon seyircisi de medya mâmulâtı bir ucûbe haline getirildi ve bunu sağdan soldan para kazanıp medya patronluğuna soyunan nevzuhur zenginler değil, bilakis onların "işten anlar" kavliyle genel yayın yönetmeni pâyesi verdiği "okumuş çocuklar" yaptılar.

Pazar günleri, İlber Ortaylı'nın haftalık yazılarını takib maksadıyla Milliyet alıyorum. İlber Hoca'nın yazısı gazetede değil, gazetenin ekinde ama "ne var"ne yok" merakıyla Milliyet'in ilk sayfasına göz atıyorum. Sürmanşet mevkiinde, bulmaca ilâvesinin reklâmı yer alıyor. Logonun hemen sağında bir televizyon dizisi oyuncusunun, dizide canlandırdığı karakteri pek sevdiğini belirten açıklaması var. Bir süre önce anne olan bu genç hanım kızımız buyurmuş ki, "Huzuru ve başarıyı birlikte arıyorum". Tam da "bana ne yahu?" diye öfkelenecek iken, Milliyet'in genel yayın müdürünün gıyabımda "iyi de sana ne yahu?" diye çıkıştığını duyar gibi oluyorum. Sahi, bana ne? Bana nesi filan yok bu işin; para verdim, gazete aldım, elbette eleştireceğim; üstelik daha asıl meseleye gelmedim bile.

Manşetin hemen sağında, gazetenin en şerefli ve görünür yerinde bir başka hanım kızımızın resmi görülmekte. Resmin üstünde, "Bunaldı, Yunan adalarına gitti" diye yazıyor. Resim, 60'lı yılların matbuat anlayışına göre müstehcen bile sayılabilir ama o hallere geldik ki, dikkat dahi çekmiyor. Neyse, habere gelelim; efendim bu kızcağız hakkında son zamanlarda aşk dedikoduları çıkmışmış da, "herkes beni zaten yanlış tanıyor, ne desem boş, inanılmaz derece bunaldım. Kafamı dinleyeceğim" deyip yanına validesini de alarak Yunan adalarına gitmişmiş.

Bu defa daha büyük harflerle ve daha büyük bir kararlılıkla "bana ne yahu, bana ne" demekten kendimi alamıyorum. Herkes bu hanımı tanırmış; ne tanıyor, ne de ahvali ile ilgileniyorum; öyleyse genel yayın müdürünün benim ilgilerimi, benim adıma tayin etmeye ne hakkı var?

Maksat bağcıyı dövmek değil üzüm yemek; İlber hoca bakalım ne yazmış? İlâvenin 8. sayfasını sabırla açıp "Eyüp'te bir padişah türbesi" başlıklı yazıyı kemâl"i âfiyet ve bir fincan acı kahve refakatinde kıraat eyleyeceğiz, fakat ne mümkün efendim; gözdür, kayıyor: Ortaylı'nın makalesinin yayınlandığı sayfanın ana başlığı "test"; nitekim yazının hemen solunda eteğe kadar uzanan bir test metni var; başlığı "sıkı durunuz lütfen" "testus tırıvırus". Tamam, hocanın yazısı bir punto kalınlığında lacivert bir çizgi ile çerçevelenmiş ama yine de olmuyor. Koca gazetede İlber Ortaylı'nın yazısına tahsis edilecek daha mâkul bir sayfa bulunamaz mı? Yan sayfada ise tam sayfa bir röportaj, "gözdür, kayıyor"; bir köylü kızının ilginç tecrübelerle dolu fırtınalı ve coşkulu hayatını anlatan bir röportaj; başlığı şöyle, "Erkeklerle hesabım daha bitmedi".

Ve iki sayfayı yan yana düşünürseniz İlber Hoca'nın yazısı bu iki pazar yazısının tam ortasında.

E, n'olacak, İlber Ortaylı'nın yazısı da netice itibariyle haftalık bir pazar yazısı değil mi; gider nasıl olsa! Hayır gitmez; çünkü bu yazıyı, aynı yoğunlukta kaleme alabilecek bir babayiğit yoktur bugün ilim, fikir ve sanat dünyamızda. Hoca'nın "İstanbul'dan Sayfalar" isimli kitabı da vaktiyle Cumhuriyet'in pazar ekinde yayınlanan haftalık yazılardı lâkin erbâbı bilir, İstanbul, bir daha böyle anlatılamaz.

"Eyüp'te bir padişah türbesi", Meşrutiyet'te ve Harb"i Umumi'de Osmanlı tahtında oturan Sultan V. Mehmed Reşad'ı anlatıyor; ciddi ve ilmî bir biyografi mi? Hayır, ama hem "ciddi", hem "ilmî", hem de biyografi. Doktora tezim Meşrutiyet devrine dairdir; yazıda anlatılan her ayrıntıdan haberim var ama açık söylemek gerekirse meseleye bu kadar vukufum ve bunca hadiseyi, siz bilemediniz altı bin vuruşla ifade edecek bir icaz kabiliyetim yok. İlber Ortaylı'nın cümleleri edebî nokta"i nazardan dikkat çekmiyor ama yan yana gelince kasdedilen anlamı keskinleştiren, pırıltılı bir yoğunluk ve zenginlik doğuran cümleler bunlar. Üslûp araştırmacıları, bu ifade tarzındaki kimyâ üzerinde kafa yorsalar yeridir.

Nereye geleceğim: Basın dünyamız bit pazarına benziyor biraz; onca alelâde, sıradan ve ucuz şeylerin arasına sıkışmış saraydan çıkma antika parçaların da kıymetini fersûdeleştiren bir pazarlama anlayışı ile yayınlanıyor gazeteler. Ben yayın müdürü olsam, bu yazıyı "başmakale" gibi birinci sayfadan girer ve hafta boyunca da reklâmını yapardım ama nerde o eski günler?

Bu arada ciddi ve vakur gazeteciliğin nadide örneklerinden birini teşkil eden Zaman gazetesine de küçük bir fiske atmaktan geri durmayacağım; hafta içinde Fenerbahçeli Ortega'nın baldırlarına tekmelik takmadan sahaya çıktığı haberini birinci sayfadan verilen bir spotla öğrenmiş bulunuyoruz. Mesele o kadar ciddi ki, müteakip yayınlarda, "bak bak bak; hâlâ tekmelik takmıyor yahu" fikr"i takib uygulamalarının ardı arkası gelmedi.

Evet evet, bu bendeki kafa dinozor kafası: Bedii Faik'lerin, Ahmet Şükrü'lerin, Burhan Felek'lerin eyyâm"ı saltanatı değil bu zamanlar Ahmet bey; hangi devirde yaşıyoruz?

Sahi, hangi devirde yaşıyoruz?