Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Avrupa Birliği'ne katılmamıza muhalifim ama "sair" bazı muhaliflerle aynı safta görünmek izzeti nefsimi rencide ediyor. Aşağıdaki alıntılar, perşembe günü yayınlanan bir gazetenin köşe yazısından alındı:

"AB yutturmacası" başlıklı yazıda bakınız nasıl ibâreler kullanılıyor: ".... sıkar mıydı Avrupa'nın böyle kapitülasyon komiserliği yapmaya kalkışması, ... kabul edilmesi mümkün olmayan koşulları bize sokuşturmaya çalışan..., ..elin oğlu sokmuş elini Türkiye'nin içine..., peki hangi Kürtçe lehçesiyle yayın yapacaksın? Bunların bir sürü lehçesi var, birbirlerini anlamazlar... Sen hangi anadilden söz ediyorsun ey muhterem Avrupa... Eğer Avrupa Birliği'ne gireceksek adam gibi girelim... ulusal onurumuzu karşımızdaki iki paralık heriflere çiğnetmeyelim, lütfen, lütfen."

Aynı gazetenin aynı gazetesinde bir başka yazar, yine aynı mesele hakkında okuyucularını şöyle aydınlatıyor: "AB metni demek tuvalet kağıdı demek... yapılan iş fırıldaklıkla sınırlanamayacak bir yavşaklık aslında... bunun adına en hafif ifadeyle 'yavşaklık' denir... metinlerin ve kararların nihaî noktada tuvalet kağıdı kadar değeri yoktur... yarın da o metinle bir tarafımızı silip suratlarına yapıştırabiliriz..."

Okuyucularımdan özür dilerim; onlar gazete sayfalarında bu gibi kerih ifadeleri görmeye alışkın olmayan müeddeb bir kitledir ve eminim ki iktibas olduğunu bilseler bile, özellikle vurgulanmış bazı kelimeleri bu sütunlarda görmekten hoşlanmayacaklardır. Ne var ki, kerih olduğunu bile bile bu alıntıları yapmaya kendimi mecbur hissettim çünkü, usûlün esasdan niçin önde geldiğini izah etmek için gerekliydi.

Herkes yıllarca Türkiye'de fikir mücadelesi yapıldığını sandı; ama bu bir idrak kayması idi. O yüzdendir ki bu sütunlarda çok defa Türkiye'de fikir suçuna ceza koymanın mânâsızlığına işaret etmeye çalıştım; bir eyleme ceza vermek, o eylemi ciddiye almak, o eylemin doğuracağı zararlardan çekinmek anlamını da taşır. Bu mânâda hakikaten cezaya müstehak bir fikir cürmü benim açımdan hiç işlenmemiştir, zira "fikir suçu" işleyecek adamın evvela bir "fikir" sahibi olması lâzım. Fikir, "esas"a dairdir; ne var ki biz hiç esasa gelemedik. Fikir yerine üslûplar kavga etti. Mücadele bile usûle tâbidir, usûl hakkında, esâsen hiçbir usûle riayet etmeyen bir kördüğüşüdür bizim fikir hayatımızın serencâmı.

Adamın ne yazdığı önemli değil; zaten hiç olmadı; ama nasıl yazdığı, hangi üslûbu tercih ettiği aslında çok önemli. Usûl, esastan önce gelir; vaktiyle bu memlekette bu üslûp Harman gazetesinde bile kendine sütun bulamazdı, nereden nereye tenzîl ettik? AB'ye girmek veya dışında kalmak bir şey fark etmiyor. AB dediğimiz kavram "esâs"a dair; esas hakkında fikir beyan etmek ciddiyet, ilim, müsamaha ve serinkanlılık gerektirir. Böylesini bulsak, Mehmed Akif'in teşbihiyle "şekerle beslerdik". Dolayısıyla AB'ye taraftar veya muhalif olmanın gerekçelerini tartışmanın henüz yeri ve zamanı değil ve ben işte bu yüzden bu gibi kıraathane ağzıyla AB'ye muhalif tutum gösteren kişilerle aynı safta imiş gibi görünmekten ciddi surette üzülüyorum.

Son zamanlarda yerli-yersiz "vatan, millet" edebiyatına sarılanlarla da sûretâ aynı sözleri paylaşmak nefsimi incitiyor; belki vaktiyle bu gibi edebiyatı haddinden fazla tüketmiş olmanın verdiği bir hassasiyet bu. Mafya ağalarının bile vatan millet edebiyatı ile meşruiyet kazanmaya kalkıştığı, banka soyguncularının adli sistemi eleştirdiği, dünkü "enternasyonalistler"in herkesi bastırırcasına vatanperverlik gösterilerine kalkıştığı bir iklimde kendimi âdeta aşağılanmış hissediyorum. Ve nedense bu gibi vatanperverlik gösterileri hep de gözlerden ırak tutulmak istenen nâhoşlukları setretmek için müracaat edilir oldu. Bu doğru değil, "Eğer sen vatanperver isen ben neyim?" diye düşünmek doğru değil, biliyorum. Bazı şeylerin hiç ucuzlatılmaması gerek; bazı şeylerin bayramlık ayakkabı gibi, tâziye kahvesi gibi, kandil helvası gibi harcıâlemlikten titizlikle uzak tutulup malayâni gerekçelerle gazoz gibi tüketilmemesi gerek. Milli ve mânevi değer taşıyan sözler ve semboller vara-yoğa israf edilirse içi boşalıverir ve galiba bugünlerde böyle bir hal yaşamaktayız.

Kavramların içi boşaltılınca böyle oluyor işte; "câhilin kelime-i şehâdetine bile güvenmemeli" sözünün doğruluğu burada da tecelli ediyor ve artık şunu iyi biliyorum; eğer bu gibi adamlarla aynı safta görünmektense gariplerin hukukuna tabi olmaya razıyım.

Esasen vaziyet de bundan ibaret galiba!