Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Tarih, Leviathan'ın kendi rızasıyla küçülmeyeceğini ve ceberrutluğundan insana saygı noktasına doğru değişmeyeceğini anlatıyor. Leviathan'ın kanunu budur: Tebâ, devletin tabiatını (üslûbu, sistemi, hareket tarzını, felsefesini) değiştirmesini isteyemez!

Siyasi hayatı görünürde o meşhur iki kanun (Siyasi Partiler ve Seçim Kanunu) tıkıyor; siyasetten ekmek yiyenler düzenden memnun. Fakat asıl boğuntu siyasi hayatın da üstünde varlığını sürdüren hantal ve mütehakkim devlet yapısıdır. Hükümetle devletin bu kadar kalın hatlarla birbirinden ayrılması, bugüne kadar hiç bu kadar açık-seçik fark edilmemişti. O yüzden bile bile kitâbi bir yanlışı tekrarlayarak siyasî hayatı, siyasî partiler seviyesinde cereyan eden bir faaliyet olarak kabul ediyoruz; hükümet olmak, "hükmetmek", idare cihazını meşrû yollarla devralmak "idare etmek" anlamına gelmiyor. Arada nüans değil, neredeyse beton duvarlar ve dikenli teller var.

Kemal Derviş'in dışarıdan dikte edildiği âşikâr "iktisadî ıslahat lâyihası", işte bu yüzden haftasını bile doldurmadan sağdan soldan tiftiklenmeye başladı. Programa gizli veya açık karşı çıkanlar, o alıştığımız "beylik" muhalefet kanadını temsil etmiyorlar; bu tepki bir sistem muhalefeti gibi görünüyor ve böyle olması devletin tabiatına uygundur. Devletin mâkul hesap yapması ve hesabın işlem basamaklarını şeffaflaştırması, devletten başka herkesin işine gelir. Türkiye'de yolsuzluk bir sistem türevi. Sisteme rağmen bir yerlerde çöreklenmiş menfaat çetelerinin işi olamayacak kadar yaygın, köklü, sofistike usullerle iş gören bir soygun mantığı ile karşı karşıya olduğumuzu fark ediyoruz artık. Bir safhadan sonra devletin, canı çektikçe şamarlamaktan çekinmediği "siyasî hayat"ı bile muhatap kabul etmeyerek toplum ile kendisi arasına mesafe koymaya başladığı dikkat çekiyor. Siyasî hayatın kaşarlanmış aktörlerine sunulan küçük sistem rüşvetleri (ölene kadar genel başkanlık, sittîn sene süren parlamento hayatı, seçilemeyenlerin yönetim kurulu üyeliklerinde tatmin edilmesi, banka-medya-siyaset üçgeninde nemâlanmaya izin veren sair rüşvetler...), siyasî hayatın itibarını ifsad ettiği gibi, devletin, gerek duyduğu halde doğrudan hükmetmesini de kolaylaştırıyor. Buna mukabil siyasîler de, teorik planda kendilerine tanınan meşru hakları, devletin hükmetme tarzını değiştirmek için kullanmamakta ısrar ediyorlar; "İşte parlamento, değiştirdiniz de karşı mı çıktık?" efelenmelerinin satır arasında yazan anlam bu.

Doğru; sistemi yeniden inşâ arzusuyla harekete geçen bir "dip dalga"dan söz etmek mümkün ve bu dip dalganın belirtileri örtbas edilemeyecek kadar su yüzüne çıktı. Operasyonlar, kırmızı bültenli aramalar, fezlekeler, sorgular görünürde sistemin, kendi yanlışını tashih etmek gayretine haml edilebilir mi? Sanmıyorum. Bu gayretler bana hep, "bak şu keratanın yaptığı yaramazlığa, şimdi ben onun cezasını veririm amcası!" müsameresini andırıyor; düdüklü tencerenin kızgın buharını tahliye eden supabın temizlenmesi gibi bir şey.

Evet, kolay olmayacak, hiç kolay olmayacak. Küçük direnme belirtileri muhtemelen bir zaman sonra daha âşikâr kabadayılıklara dönüşecek; sadece sistem değil, sistemle eklemleşenler, sistemle kireç tutacak kertede sıkı muhabbet geliştiren odaklar da sistemle âşikâr işbirliğine girerek direnecekler. Bu esnada toplumun dikkatini dağıtmak için yeni siyasî yapılanmalar, yeni siyasî aktörler sahneye sürülecek (daha şimdiden kuliste ısınma seansları, icâzet turları başladı bile). Leviathan, her şeye rağmen alışageldiği hükümranlık sahalarını terke mecbur kaldığında gâh, "bana beyefendi diyemezsin, ben buraların valisiyim" diye homurdanacak, gâhi, "yoldan geçenin bayrak töreninde ne işi var?" diye aksileşecek; ne var ki uzun vadede toplum dinamikleri, muasır dünya ile el ele vererek "ejderha"yı, mûnisleşmeye ve tabii sınırlarına ric'ate mecbur edecekler.

Çağdaşlığın istikameti bu; sürprizleri bilmem!