Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Bir ara evde o kadar çakı birikti ki, bunlarla bir dükkân açıp, ufaktan lüks hırdavatiye işine başlamayı bile düşündüm.

Tamam, mevzu "çakı", fakat, az evvel cümlede geçen şu "Lüks hırdavatiye" lâfının gülünçlüğü üzerinde bir miktar durmamı hoş karşılamazsanız dilim şişer; öyle iki kelime ki, yan yana gelmesi, davul zurnayla Chopin'in cenaze marşı'nı davul-zurnayla icrâ etmek gibi bir tesir yapıyor.

Efendim lux kelimesi, bize Batı'dan geliyor; Latince'de "Luxur, luxus" kavramları "aşırılık, israf, gösteriş, debdebe mânâsında. Hırdavat ise Doğu menşeli, aslı "hurdevât", mânâsı ise tahminlerimizin ötesinde: "Yenmiş şey, yemek artığı, kırıntı-döküntü" demek. Kelime aslen "hurde"den geliyor, yani şu bizim bildiğimiz hurda. Türkçe'de ufak-tefek, önemsiz, kırıntı gibi bir karşılığı var, fakaat, "Lüks Hırdavat" gibi fiyakalı bir beraberlik söz konusu olunca haspanın bahtı açılıveriyor: Aynadan bigudiye, tırnak makasından saç fırçasına, çakıdan kalemtraşa, çakmaktan gaz lambasına, parfümeriden bilumum kırtasiye ürünlerine uzayıp gidiyor.

Bu mevzudan bahsetmek, belki karizmayı çizdirmemize sebep olacak fakat dayanamayarak itiraf ediyorum; lüks hırdavat neviinden ürünler fevkalade dikkatimi çekmiştir hep. Evde seyrek kullanılan çekmece ve dolaplarda mutlaka bu türden çer-çöpü sakladığım kutulara rastlıyorum hâlâ. Bir süre önce Çin ürünü lüks hırdavatiye malları piyasamızı işgal edip her köşe başına "Bir milyoncu" dükkânı açılınca eşimin ve oğullarımın dilinden, takazasından kurtulamaz oldum. Biliyorum, ucuz etin yahnisi yenmez, "ucuz eşya kullanacak kadar zengin değilim" filan da derler ama benimkisi sadece kullanıma mahsus bir merak değil ki; bir merak. Geçenlerde iskeleye düştü meselâ yolum. Satıcının biri tenis topu iriliğinde yumuşak lastikten mamul, "yoyo" benzeri bir oyuncak satıyor ama her zıplatmanızda ışıl ışıl yanıyor meret; hem de iki renkli.

E, siz olsanız almaz mısınız, sadece bir liracık yahu!

Aldım tabii. Eve gelince oturup inceledim. Miniminicik bir devre, içinde pili var, iki tane led lamba var; harekete duyarlı algılayıcıları var (sensör), üstelik zıpzıp gibi oynanabiliyor ve hepsi bir lira. Bunun yarısını iskeledeki seyyar satıcı cebine koysa, elli kuruş kalıyor.

Ey Çinliler, siz adamı günaha sokarsınız; dünyanın öteki ucunda çoluğu çocuğu, genci yaşlısı, karı-kızanı elbirliği ile köle gibi çalışıp sudan ucuz ürünler yaparak dünya pazarlarının tiftiğini artırmaktasınız ama bizim burada maliyet duygularımız altüst oluyor canım kardeşlerim. Çin malı olmayan her şeye, "Kim bilir bizi nasıl kazıklıyorlar; Çinliler olsa beşte bir fiyatına âlâsını yaparlardı" diye artık şüpheyle bakmaya başladık.

Misâl, bizim evin altındaki Milyoncu mağazasından bir pense aldım; çakısı, tornavidası, çok ağızlı lokma adaptörü, törpüsü, makası, tirbüşonu cabadan... Geçmiş zaman on küsur lira verdim galiba. Şimdi diyeceksiniz ki, "Bir kere kullanıp atmışsındır mutlaka!" Hiç alâkası yok, taş gibi duruyor. Ne zaman bir tamirat gerekse, hemen pırıl pırıl plastik ambalajından çıkarıp kullanıyorum. Daha "Bana mısın?" demedi ha!

Çinliler, lüks hırdavat vâdisinde artık gemi azıya aldılar. İsviçre ordu çakısı diye bilinen çakıların bile "çakma"sını üretebiliyorlar. Hani biraz da çeliğine dikkat etseler, gerçeğinden ayırana aşkolsun diyeceği geliyor insanın...

Anladık Çin'de doğru dürüst demokrasi yok; anladık sanayi kuruluşları gerekli sağlık şartlarından bihaber, anladık "sendika" diye bir kurumun varlığını bile duymamışlar; hepsini anladık ama üretebilmek, üretmeyi başarabilmek ve bununla da yetinmeyip o malları dünya pazarlarına satabilmekte hiç aferin payı yok mudur?

Daha başka türlü makina, tezgâh vesaire de yapıyorlarmış ama meraklısı değilim, anlamam; benim anladığım, şu bizim "Milyoncu" mağazalarının, (Şimdi 1 Liracı oldular), ayda 50-100 dolar arası ücretle çalışan sefil Çin proleteryası sayesinde evlerine ekmek götürmekte olduğudur; bu mağazalardan Çin malları bir gecede çekiliverse ne olur hiç düşündünüz mü?

Çakı merakımdan dem vuracaktım, konu nerelere geldi? Nerede güzel ve kullanabileceğime aklım yatan bir çakı görsem behemehal almadan geçmem. İki sene önce Bursa'da Şehreküstü civarında yolum unutulmuş bir sokağa düştü. Amanin dostlar! Bir sokak düşünün, başından sonuna karşılıklı bıçakçı dükkanıyla dolu ve vitrinlerde neredeyse bütün dünya markalarından enva-i çeşit bıçak parıldayıp durmakta.

Ben deyim döner bıçağı, siz deyin Samuray kılıcı... Ben deyim Sürmene, siz deyin Denizli yatağanı; ne ararsanız mevcut.

Bıraksalar cebimdeki bütün parayı çakıya, bıçağa yatıracağım resmen; neyse ki nefsimi birkaç parça nefis ve hesaplı çakıyla körletmek zorunda kaldım fakat gözüm arkada kaldı desem yeridir.

Çakı dediğiniz sıradan bir şey değil ki arkadaşlar; Hevayic-i asliye! Şimdiki tâbirle bir erkeğin yanında bulundurması gereken lüzumlu şeylerin başında geliyor. Hakkında Hadis-i Şerif olduğunu duydum fakat sıhhati konusunda emin değilim; mehazını bilenler varsa lütfen haberdar etsinler ki çakı sanayiimize şuradan küçük bir yardımımız dokunsun.

Birkaç sene evvel yurtdışına çıkıyorum; havaalanında son arama işlerini yapan polis memurunun yüzü asılıverdi, "Nedir bu?" diye ters ters bir bakış?..

Baktım çakı, pirinç gövdeli Sürmene taklidi güzel bir çakı. Beyazıt'tan 5 liraya almışım, çantanın dibinde kalakalmış. Gafletime mi utanayım, polisin beni potansiyel uçak korsanı zannetmesine mi üzüleyim bilemedim. Ya çakıya sahip çıkıp kös kös eve döneceğim ya da çakıyı oracıkta bırakacağım...

Bu güvenlik endişesi yüzünden ne yazık ki artık cebimde, çantamda çakı taşıyamaz oldum dostlar. Bip de bip! Yahu sünnettir, hevâyic-i asliyedendir bahanelerine güvenlikçiler metelik vermiyorlar. Netekim geçenlerde dayım, memlekette bana güzel bir çok ağızlı ve maksatlı bıçak hediye etti. "Güvenliğe kaptırmayayım" diye İstanbul'a getiremedim; olacak iş midir beyler? İçişleri Bakanlığı şu meseleye bir el atsa ne güzel olur vallahi...

Ol sebepten evdeki çakı miktarında hayli azalma müşahede ediyorum üzüntüyle; üstelik eşe dosta bıçak hediye etmek gibi -bana hiç yakışmayan- bir cömert tarafım da var.

Gelelim meselenin kıssadan hisse faslına:

1- Çinliler, biraz daha pahalıya çıksa da güzel ve kaliteli çakılar da üretsin.

2- Yerli çakılarımız da fena değildir, fakat pahalıya satıyorlar; Çinlilerden ibret alsınlar.

3- Halk eğitim merkezlerinde bıçak bileme kursları açılsın; bazen bir çakı fiyatına bileme parası vermekten usandık.

4- Çakı hediye etmemle Beşir Ayvazoğlu'nun dalga geçmesinden beri bu cömertliğim sona ermiştir; heveslilere üzüntüyle duyururum.