Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Efendiiim, Mesele mühim, mevzuu nazik; yazıya başlamadan evvel şöyle uzuun bir "efendiim" çekmenin sebebi, cesaret toplamak için öksürük akordu yapmak neviinden bir şey.

Hayır, Büyük Ortadoğu projesinin bölgenin geleceği üzerine tesirleri, Kıbrıs çıkmazı veya adaletsiz gelir dağılımı filan olsa mesele değil; şakada-şukada halleder çıkarız lâkin birazdan değinmeye çalışacağım konu çok daha hassas ve bu yüzden kelimeleri kuyumcu terazisinde dirhemle tartarak fikirlerime çekidüzen vermek zorunda hissediyorum kendimi.

"Acaba nedir, nedir" diye merak ediyorsunuz; sizi temin ederim ki çok mühim; hatta felsefî uzantıları hesaba katılacak olursa varoluş fenomeniyle bile doğrudan ilgi kurulabilecek bir alan.

Aslında o mektubu alıp okuduktan sonra farkına varmamış gibi yapıp silebilirdim de fakat henüz bilmiyorsunuz, bu milli bir davadır ve herkesin görmezden geldiği bu vahim dava hakkında bir delinin çıkıp, "arkadaşlar maalesef şu şu sebeplerden işler iyiye gitmiyor ve randıman düşüyor" demesi şarttır. Samimiyetle itiraf edeyim ki, üzerimdeki içtimai mesuliyetin ağırlığını hissetmesem, size şu anda Yaşar Nuri Hoca"nın kuracağı partiye girip girmemenin şer"i ahkâmı hakkında bir fıkıh analizi yapacaktım ama neylersiniz...

Efendiiim; meseleye giriyorum! (Hatîften, "oh be, nihayet!" sesleri)

Mesele, bizim gazetenin merkez binasında çalışan personelin gönül huzuru, kafa konforu ve işyeri saadetiyle ilgili mühim ve vahim bir meseledir.

Özetle arzediyorum: Eskiden gazete binasında, her müessesede olduğu gibi "çaycı" denilen ve iktisadi istatistiklerde "hizmet sektörü" sütununu işgal eden türden elemanlar vardı; işlerini de iyi yapıyorlardı; bizzat şahidim. Gazeteye yaptığım nâmuntazam ziyaretlerimde iki şeyden daima çok memnun kalmışımdır; ilki, başında çok aziz bir hemşehrimin dirayetli kepçesinin eseriyle tabldottan ziyade çok yıldızlı bir otelin fiyakalı servislerini andıran nefasetteki öğle yemekleridir. İkincisi ise çaylar; çayların iyi olması, arkaplandaki "çaycı" elemanların da iyi olduğuna delalet eder; hiç tanımadım ama büyük ihtimal belki gazetenin eski çaycısı da hemşehrimdi!

Neyse efendim, olanlar olmuş ve gazete yönetimi, gazete çalışanlarının işyeri mutluluklarına büyük katkıları olan kantini kapattıkları gibi etten, sinirden, kemikten mâmul çaycıların işlettiği caanım servisi ilgaa ederek yerine bir kısım makineler ikaame etmeyi münasip bulmuşlar.

Yönetime hörmetimiz nâmütenâhi; elbette şu tasarruflarında bizlerin bilmesine imkân ve ihtimâl bulunmayan nice hikmetler, nice incelikler vardır ve biz bunları henüz bilmediğimiz için "bekâra avrat boşamak kolay" fehvâsınca atıp tutmaktayızdır; bu esaslı noktaya mühim miktarda balmumu yapıştırarak konuya geliyorum efendim.

Personel makinelerden feci halde şikayetçi. Teoriye göre otomatların, arzulanan miktarda bozuk para atılınca istediğiniz türden yiyecek ve içeceği hazırlayıp sunması gerekiyor lâkin fiiliyatta şikâyetin bini bir para. Mesela gazete civarında âniden bozuk para karaborsası oluştuğundan dem vuruluyor (100 bin liralık bozukluğun bir milyona el değiştirdiği bile vaki imiş). O bir yana, plastik bardak kullanan makine, sıcak içeceklerde personele "illallah" dedirtiyormuş. Efendim bilirim, çay veya kahve dediğiniz şey plastik bardakta çekilmiyor; kaynar suyla ince camın temasından hâsıl o hususi sinerjiyi plastikten almanız mümkün değil. El yakması da cabadan.

Bisküvi satan makine ne kadar becerikli de olsa "yarım ekmeğe karışık tost" talebini işitince kafayı yer tabii. Onun yerine diyet bisküvit takdime kalkışınca hatların karışması pek tabiidir efendim. Netekim bu mektubu gönderen eleman diyor ki: "Geçenlerde para attım, bisküvit makinesi paramı beğenmedi. Kafasına şöyle bir yumruk kondurdum, ânında parayı iade ettiği gibi digital göstergesinde, "affedersiniz, dalgındım, paranızı derhal iade ediyorum" diye bir yazı belirdi."

Ben bu otomatların şiddete karşı hemen tırsıveren bir tabiatta tasarlandıklarını bilmiyordum; makinenin davranışı bana hayli garip geldi. Yakında gazete çalışanları işi gücü bırakıp makinelerle özel ahbaplıklar tesis edebilmek için, çaktırmadan sibernetik kurslarına filan yazılırlarsa hiç şaşmam.

Ben onu bunu bilmem arkadaşlar; peşinen ifade ettim; idarecilerle yönetilenler bir konuya farklı açılardan bakarlar ve ömrümce hiç idarecilikte bulunmak saadetine erişmedimse de, onların da konu hakkında çok ikna edici argümanlar ileri sürebileceklerinin farkındayım. Ben şu anda mesela piknik tüpgazımın üstüne alüminyum çaydanlığı oturtmuşum; vermişim faryabı alttan. Su fokurdamakta, demlikteki çay odaya kışkırtıcı aromalar dağıtmakta. Masamın üstünde ince belli hakiki cam bardak, bardağın altında kahveci işi porselenden kınalı çay tabağı. İlaveten bir kavanoz dolusu şeker; ister kafi miktarda çaya kat, istersen reçel kaynat. Küçük şeyler, küçük saadetler bunlar ama önemli!

Bu durumda isteyen personel, canı adam gibi çay dilediğinde önceden randevu almak kayd-ı şartıyla buraya kadar teşrif buyurup hakiki bir kafa çayı içebilir.

Yol biraz uzun; bin kilometre kadar; ama değer, garanti ediyorum.

Not: İdareciler bile bu davete dahildir!