Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

G.O.R.A. filminden bir sahne: Filmin başrol oyuncusu Arif, sevgilisi ve arkadaşları ile hapis tutulduğu gezegenden kaçmaya çalışırken uzaylı güçlerin saldırısına uğruyor. "Uzay teknolojisi" ürünü silahlar ile kaçakları kovalayan kötü adamlara karşı Arif, bir yanda tabana kuvvet kaçmaya çalışırken, o esnada eline geçirdiği kırılmaz cinsinden bir değneği sallamaya başlıyor.

Bu yerli bir tepki; kriz anında el altında silah olarak kullanılabilecek eşyalara sarılırız. Açık arazide bu âlet ya irice bir taştır ya da kalınca bir değnek. Kapalı yerde ise buna mümâsil eşyalar devreye girer. CHP Kurultayında bir delegenin silah gibi kavradığı ayaklı kül tablası ile Gora filmindeki Arif'in "sucuk ormanı"nda ele geçirdiği üvendire benzeri değnek arasında ne fark var?

Sözün bittiği yerde tabii refleksler harekete geçiyor. Sözü çabuk tüketiyoruz, siyasi hayatımızda sözün pek ehemmiyeti yok; vücut dili daha baskın mânâ ifâde ediyor. Bir iletişim süreci olarak sözün değeri gittikçe düşüyor; birbirini anlamaya çalışmak, muhatabını konuşarak ikna etmek, bu esnada mâkul deliller kullanmak giderek önem kaybediyor. Şahsi görüşüme göre Mustafa Sarıgül, kendisine sataşıldığı gerekçesiyle kürsüye çıkıp, konuşacak mikrofon bulamayınca ve dakikalarca orada beklemek zorunda kalınca işte bu cinsten bir vücut dili zaafına uğradı. Deniz Baykal ise Sarıgül'ü "otur yerine otur!" diye azarladığı sahnede vücut dili üstünlüğünü ele geçirdi.

Olmaması gereken, en geniş mânâsıyla sözün, fikri açılımların, siyaset projelerinin, iknânın, mantık delillerinin öne çıkması beklenen tartışma ortamında vücut dilinin neticeyi etkilemesiydi.

Bu eksiklik CHP'ye has değil; hepimizi, herkesi kapsıyor. Güllük gülistanlık geçen diğer parti kongreleri de hatırlayınız; hiçbiri sözün zaferiyle neticelenmemiştir, çünkü o kongrelerde güç, ezici bir sıkletle salona hâkimdir; muhalif ses duyulmaz bile. Ezkazâ bir itiraz yükselecek olsa güç, azı dişlerini gösteriverir.

Menfi tablolar bütün gazetelerin manşetlerinde sergileniyor zaten; bardağın dolu kısmına bakalım biraz da: CHP, kamuoyuna açık bir kurultay yaptı; her şeyi ânında gördük, dinledik. Bir ilçe belediye başkanı, partisinin genel başkanına ve merkez yönetimine karşı eleştiride bulunma ve aday olma cesaretini gösterdi. Kaybetti, tecrübesizdi, eli zayıftı başka. CHP'yi, genel başkanını en çok eleştirme cesareti gösteren parti olduğu için yermekte insâf yok. Böyle düşünenler biraz da diğer partilerde parti içi demokrasinin nasıl işlediğine bakmalılar.

Deniz Baykal açısından kurultay, kaçınılmaz bir tercih miydi; ama o da parti içinde çözemediği meseleyi en büyük karar organına taşıyarak problemi çözme tarzını tercih etti. Kazanacağını tahmin etse bile ağır surette örseleneceğini elbette kestirebilmiştir. Buna rağmen kurultay gibi "açık" bir hesaplaşma sahasını seçmesi takdir görmelidir.

CHP giderek şeffaf bir parti haline geliyor; aynı saydamlık derecesini başka hangi parti sergilebiliyor? Bütün hiziplerini, güç dengelerini, zaaf ve üstünlük unsurlarını biliyor, hatta bu bilgiyi ara sıra dalga geçmek için de kullanıyoruz. Sergilediği şeffaflık bugünler için CHP'nin zaafı gibi görünebilir ama CHP her şeye rağmen bu kırık-dökük manzarasıyla demokratik kültüre mühim katkılar yapıyor.

CHP, çocukların merak eseriyle açıp içini kurcalamayı sevdiği bir oyuncağı andırıyor. Tekrar toplanırken oyuncakta bazı parçaların artması ihtimâldir ve bu kurultaydan sonra partiden kopuşlar yaşanabilir ama sıradan seçmen için oyunun, yani demokrasinin işleyiş mantığını ancak CHP'yi kırık-dökük haliyle seyrederken fark edebiliyoruz; ötekiler kapalı kutu. Genel başkanlarının neredeyse kudsi sıfatlar taşıdığına inanılan birer kutsal sanduka.

CHP Kurultayı'nın Türk demokrasisine mühim katkılarda bulunduğu inancındayım; kazananları ve kaybedenleri bu nokta-i nazardan tebrik ediyorum.