Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Öngörülmüş bir krize doğru adım adım, hatta koşar adım ilerliyoruz. Türkiye’de cumhurbaşkanı seçmek yarım asırdan beri zaten netâmeli bir işti; bir ay sonra yapılacak seçimi krize dönüştüren faktör ise seçileceğine dair bazı çevrelerin neredeyse garanti verdiği Başbakan Erdoğan’ın, anayasada çerçevelenmiş Cumhurbaşkanlığı yetkileri ile yetinmeyeceğini söylemesiydi.

Adaylığını açıklamasına rağmen Başbakanlık görevinden hâlâ ayrılmayan Erdoğan, daha şimdiden parlamenter sistemin sınırlarını, hiç de nazik sayılmayacak bir edâ ile zorluyor.

Krizi doğuracak sebeplerden başlıcaları, daha seçim yapılmadan hazırlandı ve uygulamaya konuldu. Devletin gücü ve cesâmeti karşısında tek ferdin hürriyet ve hukukunu iyice daraltan kanunlar yürürlüğe girdi. Erdoğan sonrasında Başbakanlık yarışında yer almaya istekli olduğu anlaşılan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ise normal şartlarda kesinlikle imzalamayacağı karakterdeki problemli kanunları, şaşırtıcı bir yaklaşımla hemen onaylayarak anayasal krize giden yolun taşlarını döşemeye yardımcı oldu. Seçildiği takdirde Sayın Erdoğan’ın anayasal yetkilerini kullanmasına kimse itiraz etmiyor; insanları huzursuz eden şey, âdeta devleti AKP’lileştiren tartışmalı kanuni uygulamaların Erdoğan gibi siyasette gerginliği üslup edinmiş birine emanet edilecek olmasıdır.

Bir istihbarat ve kanun devletinde, Sayın Erdoğan gibi kendini açıkça taraf ilan etmiş ve kendisi gibi olmayanları ötekileştirerek dışlamış birinin dümene geçmesi, oldubitti niteliğinde baskıcı uygulamalara sahne teşkil edebilir; bunu tahmin etmek için uzak görüşlü olmaya gerek yok. Adaylık konuşmasında Erdoğan bu mesajı açıkça dile getirdi zaten.

Eğer seçilecek olursa, anayasa icabı tarafsız olmadığını -nezaketen bile olsa- seslendirmeye asla yanaşmayan bir cumhurbaşkanımız olacak. Cumhurbaşkanının tarafsızlığından hiç kimse ‘mutlak tarafsızlık’ mânâsı çıkarmıyor; elbette her siyasi aktörün bir politik geçmişi, aidiyetleri ve tercihleri var; anayasada vurgulanan tarafsızlık unsuru geçmişi değil, seçilen kişinin görevi esnasında takınması gereken tutumu ifade ediyor.

Sâkin bir nazarla bakıldığında Sayın Erdoğan’ın, mevcut siyasi aktörler arasında cumhurbaşkanı olması gereken son kişi olduğunu ileri sürebiliriz. Son altı ayda onun direktifiyle çıkarılan antidemokratik kanunlar bir vebal gibi hukuk sistemi içindeki yerini aldı. Mahalli seçimlerden önce internet üzerinden yayımlanan ağır ithamlar da onunla birlikte Çankaya Köşkü’ne taşınmış olacak ki böylesi bir durumla Cumhurbaşkanlığı makamı ilk defa yan yana gelmiş olacak.

Bu garip durumu şöyle bir örnekle daha anlaşılır hâle getirebiliriz. Erdoğan’ın karşısında seçim yarışına girecek diğer iki adaydan herhangi birisinin hakkında iddia olunabilecek şaibe veya yolsuzluk ithamları daha şimdiden mânâsızdır. Türk seçmeni bu durumda bir seçim yapıyor bile sayılmaz; Erdoğan’a verilmeyen oyların bir başka açıdan Erdoğan’ı cumhurbaşkanı yapacak seçime meşruiyet kazandırmaktan başka anlamı kalmayacak ve bu demokratik bir dilemmâ...

Parlamenter sistemin meclisten geçirilmiş bir anayasa düzenlemesi olmaksızın, icat edilmiş fiilî oldubittilerle değişime zorlanması bir başka kriz unsuru olarak bizleri bekliyor. Mevcut parlamenter sistem zaten ârızalıydı; üç temel erk arasındaki dengenin gözetilmesi ve birbirlerine karşı bağımsızlaştırılması konusunda uygulamada esaslı sıkıntılar vardı. Fiilî başkanlık durumuyla kriz, iyice içinden çıkılması zor bir mahiyet kazanacak. Yasama uzvunun yürütme ile iç içeliğine ilaveten yargının, yeni kanun düzenlemeleriyle tamamen Adalet Bakanlığı ve yürütmenin inisiyatifine terk edilmesiyle “Başkanlığı” bile mumla aratacak bir otoriter rejime geçmiş olacağız.

Sayın Erdoğan, adaylık konusunu âdeta bir şahsi inat meselesi hâline getirerek zaten ağır-aksak yürüyen demokratik sistem ve kültürümüzü, kendisinin bile taşıyamayacağı ağır bir yükün ve krizin altına sokmaktan çekinmiyor. Bu seçim onun için hayat-memat meselesi olabilir fakat Türk demokrasisi için de bu seçim hayat-memat mesâbesinde çok kritik ve hassas bir anlama bürünmüş bulunuyor.

Ana fikri tekrarlayarak yazıyı noktalayalım: Bu şartlar çerçevesinde aday olmaması gereken son kişi adaylığını ilan etti ve görünüşe bakılırsa seçimi daha şimdiden kazanmış durumda. Halkına açıkça daha az demokrasi vaat eden birine, “daha çok demokrasi istiyoruz” talebini anlatacak bir mercî de yok.

Eskiler bu duruma, “Bindik bir alâmete, gidiyoruz kıyâmete” derlerdi.