Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Bilgiye erişmekle bilginin tasarrufu birbirinden farklı şeyler; bilgiye vasıl olmak tek başına ne yeterli, ne de doğru; yorumlanmayan, istikametlendirilmeyen bilgiye sahip olmakla, bilgisiz kalmak arasında fark yok. Gülhane Hatt-ı Hümayun'u ile başlayan ve meşrutiyet tecrübeleri ile devam eden süreçte Osmanlı siyaseti saltanatı tahdid etmek yolunda çok ciddi ve önemli değişim kavşaklarını, büyük ölçüde kendi dinamizmi ile geçmeyi başarmıştı. Yirminci yüzyılın başlarında, Birinci Dünya Harbi esnasında Osmanlı Devleti'ne riyaset eden Beşinci Mehmed Reşat Han, hem anayasal çerçevede hem de fiilen, Avrupa'da hükümferma olan mutlak monarşi yönetimlerinin kral ve imparatorlarından hiç de geri bir pozisyonda değildi. Saltanatın tahdidi gibi çok önemli bir yönetim değişikliğini başarmış olan Osmanlı ricalinin gayreti, biraz da resmi tarih tezinin tesiriyle layiki vechile değerlendirilememiş, yorumlanamamış bir mesele teşkil ediyor.

Cumhuriyet idaresinin ilanı şüphesiz bir tedricin mahsülüdür; ancak bu süreci, -resmi tarih tezinin önkabulü ile- saltanatın lağvından itibaren başlatmak, bu husustaki bilgilerimizi doğru tasarruf edememek mahzurunu da içinde taşıyor. Cumhuriyet yönetimi, -o esnada muhalefet izhar eden- birkaç siyasi elit dışında amme efkarı tarafından hemen hemen muhalefet eseri gösterilmeksizin, adeta suhuletle kabul görmüştü. Bu zımni rızada, Osmanlı siyaset ricalinin, meşrutiyet fikri etrafında neredeyse bir asra yaklaşan mücadelesinin tesirleri vardır şüphesiz. Elbette meşruti monarşi ile cumhuri idare aynı şey değildir; ama mutlakiyetle cumhuriyet arasındaki en yumuşak geçişin tarihen; ancak meşruti monarşi yoluyla tahakkuk edebileceğini de unutmamak gerekir. Birinci Dünya Harbi'nin iç siyaseti zora sokan olağanustu meşakkatleri yüzünden sık sık arızaya uğrasa da II. Meşrutiyet esnasında Osmanlı kamu hayatı, padişahtan bağımsız çalışan Parlamentosu, siyasi fırkaları, dernekleri, gazeteleri ve en azından bugüne nispetle "seviye" teşkil eden fikir münakaşalarının kalitesi ile, yaşadiği şimdiki zamanın icaplarını göğüslemeyi başarabilmiş bir tecrübeyi temsil ediyordu. O yüzdendir ki Cumhuriyet idaresi kitlevi bir protesto veya homurdanma yerine zımni bir rıza ile karşılanmıştır. Bu rıza tavrında Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin, Türkiye'nin en zor döneminde başarıyla yerine getirdiği siyasi fonksiyonun payı ihmal edilemediği gibi Ankara'da tesis olunan yeni fiili siyaset üssü'nün milletin atardamarlarıyla hemahenk bir üslup sergilemesinin payı da görmezden gelinemez.

Cumhuriyet'imizin 75. yılı münasebetiyle resmi kanaldan tedavüle konulan bilgiler, mahiyeti itibariyle ancak "resmen", yani tek yönlü tasarruf edilebilecek niteliği ile dikkat çekiyor; bu bilgi türü enformasyona, haberlesmeye ve yoruma kapalı oluşuyla "bilgi"den murad olunan feyzi hasıl etmeyen, adeta "ebter" bir nitelik taşıyor. Sadece bu bilgi türüne istinad edilerek inşa edilecek bir "75. Yılında Türkiye Cumhuriyeti" tasavvuru, endişe ederim ki Cumhuriyet'imizin bugünkü performansını tarif edebilmek, isimlendirmek ve yorumlamak gayretine kifayet etmeyecektir.

Muktedir kurumlarıyla devletin 75 yıllık tarihini yorumlamak için tedavüle çıkardığı ve propaganda ettiği resmi bilgiler, kendini izah etmeye muktedir görünmüyor. Kendini üretmeyen bilgi türünün mahzurlarını fark etmek için yeni arayışlara girmek manasız; yakın tarihimiz, bu tür bilgi yüzünden tıkanıp kaldığımız nice buhranlar gösterir. Ümit olunur ki 75. yıl kutlamaları, Cumhuriyet'in üç çeyrek asır sonunda hala meşruiyet arama endişesinden azade kaldığı, kendinden emin bir tavırla otokritik gayretlerine açık bulunduğu bir iklimde cereyan edebilsin.