Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Gerçektir veya değildir; anlatılanların Türkiye gündemine ve realitesine neredeyse tamamı tamamına uygun düşmesi çok ironik. Tam bir kara mizah şaheseri. Eğer bu günlük "fabrikasyon" yani, hakiki olmayıp da birisi tarafından uydurularak kaleme alınmış ise, yazarını tebrik etmek, hatta okkalı bir "mizah edebiyatı" ödülü vermek gerekir.

Aziz Nesin'in bir hikâyesini hatırlıyorum ama isminde yanılabilirim. "İhtilâli nasıl yaptık?" olmalı…

Kitabı okuduğumda 60'lı yılların sonunu yaşamaktaydık ve o günlerde kimse yeni bir askeri müdahale veya darbe olabileceğini akla getirmiyordu. Hatırladığım kadarıyla bir grup subay darbe hazırlığı yapıyor ve ihtilal sabahı harekete geçiyorlar, fakat o sabah yağmur yağmaya başlıyor. Elektrikler kesiliyor, sular akmıyor, trafik tıkanıyor ve neticede yerlerinden kımıldayamayan darbeciler ihtilalden vazgeçmek zorunda kalıyorlar.

Levent Kırca'nın da söyle böyle yirmi sene önce buna benzer bir televizyon skeci vardı, hatırlayanlar çıkacaktır.

General darbeyi yapmış, işgal edilmesi gereken yerler işgal edilmiş, kontrol altına alınması gereken yerler zaptedilmis, yakalanıp gözaltına alınması icap edenler derdest edilmiş. Sıra geliyor darbenin, "darbe" olması için gereken en önemli maddeye. Kimsenin duymadığı bir darbe yapmanın anlamı yok. İşte general de televizyona çıkmış, arkasında ihtilal komitesinden yüksek rütbeli kader arkadaşları sıralanmış ve general tam da ihtilalin bildirisini okumak üzere hazır. Önce hafifçe öksürerek sesini akort ediyor ve söze başlıyor,

-Büyük Türk milleti… Kardeş kavgasının bir an önce sona ermesini sağlamak, bozulan ekonomik düzeni yeniden rayına oturtmak…

Fakat o da ne?

Ekranın tepesinden altına doğru bir reklam kuşağı iniyor ve darbeci general son anda fark edip basını geri çekerek reklamların altında kalmaktan kurtuluyor. Reklamlar birkaç dakika devam ettikten sonra yeniden ihtilal bildirisinin okunacağı stüdyoya dönüyor kamera. General kaldığı yerden devam ediyor,

-için, çok düşündük taşındık ve idareye el koymaya karar verdik. Maksadımız…

Demeye kalmadan "küüt" diye yeni bir reklam kuşağı daha yayına giriyor. General dükkân kepengi gibi reklam yayınını alttan elleriyle tutup yeniden geldiği yere göndermek istiyor fakat nafile… Yine reklam kuşağı ve az sonra yine stüdyoya dönüyoruz.

-Evet maksadımız hiçbir zümreyi karşımıza almak değildir. Uluslararası sözleşmelerimize sonuna kadar…

"Küüt" yeniden… General kızıyor,

-Yapmıyorum be, diyor, yapmıyorum darbe marbe… Nedir yani? Reklam alacağız diye ihtilalin de cılkını çıkardınız… Yapmıyoruz, kalkın gidelim arkadaşlar…

O tarihlerde özel TV yayınları yeni başlamış; eskiden darbeciler TRT'yi ele geçirince bütün medya iletişimini kontrol edebiliyorlardı ama şimdi özel kanalları da teker teker işgal etmek gerekecek. Parodi, hem yeni kapitalist düzenle dalgasını geçiyor, hem darbecilerle…


Hafta içinde Taraf gazetesinde yayınlanan "darbe günlükleri"ni okurken, aklıma bunlar geldi. Bu günlüklerin sahici olup olmadığını bilmiyoruz henüz. Bir mahkeme kararının varlığından söz ediliyor ama günlüğü tuttuğu ileri sürülen emekli komutan bu belgenin sahte olduğunu ileri sürüyor. Anlatılan günlüklerin mahkeme safahatı daha bir hayli sürecek.

Gerçektir veya değildir; anlatılanların Türkiye gündemine ve realitesine neredeyse tamamı tamamına uygun düşmesi çok ironik. Tam bir kara mizah şaheseri. Eğer bu günlük "fabrikasyon" yani, hakiki olmayıp da birisi tarafından uydurularak kaleme alınmış ise, yazarını tebrik etmek, hatta okkalı bir "mizah edebiyatı" ödülü vermek gerekir. Okuduğum kadarıyla bu metnin tek tutarsızlığı, başlıca aktörlerinin naif, çocuksu bir güven hissiyle hareket etmeleriydi. "Bu kadarı da olmaz" dedirtecek derece kendinden emin bir ruh haliyle darbe meselesini sağda solda konuşmaları, insanda sanki gerçek değilmiş hissi uyandırıyor.

Acaba diyorsunuz.

Ardından aynı gazete, yeni ele geçirildiği ileri sürülen darbe planlarını yayınlamaya başlıyor. A, aynı safiyet. Darbeyi planlayan karargâh görevlisinin tercih ettiği şifreli isimlerde de karikatürü andıran bir çocuksuluk göze çarpıyor.

Mesela devletin kod ismi "Sarı Öküz"

Bütçe ve maliye işlerine "kasa" adı verilmiş.

Avrupa Birliği "çiyan", ABD "sırtlan"

Milli İstihbarat Teşkilatı'na verilen isme bakın meselâ?

"Gözlük"

Polis'in kod adı "Ayna" (Aynasızdan mülhem olmalı!), Borsa'nınki "kahve", Başbakan "gemi aslanı", milletvekilleri "tayfa"

Sonra düşünüyorsunuz; yahu darbe yapmak, darbe planlamak bu kadar kolay mı? Alacaksın kâğıdı kalemi eline. Şemalar, krokiler çizeceksin, sağa sola takma isim vereceksin…

Bu hususta fikir sahibi olmak için kullanılabilecek tek kriter var; eski darbecilerin hatıraları. Allah yenilerinden esirgesin ama Türkiye'mizin yakın tarihi, neredeyse bir nevi darbeler galerisi. Böyle olunca da haliyle yayınlanmış pek çok hatıra kitabından darbecilerin vaktiyle nasıl hazırlık yaptığını, ne gibi temaslarda bulunduklarını, birbirleriyle neleri ve nasıl konuştuklarını kendi kalemlerinden okuyup öğrenebiliyoruz.

Merak eden çıkarsa peşinen söyleyeyim. Ne yazık ki sonuncu darbe teşebbüsünün hikâyesi ile öncekiler fena halde birbirini andırıyor.

Tabii bu esnada darbecilerin mangalına körük çeken sivillerin hali, insanda gülmekten çok ağlama hissi uyandırıyor. O günlerde iktidar ortağı partilerden birinin ileri gelen vekilinin, darbe yapmayı düşünen komutanlardan birine söylediği söze dikkat ediniz.

-Bir şey yapacaksanız hemen yapın, seçimden sonraya kalırsanız bu iş olmaz. Karşınızda diğer partileri de bulabilirsiniz. Bu adamlar seçimden kuvvetlenmiş olarak çıkacaklar ama ilerdeki senelerde kendilerini yıpratacaklar, bu nedenle o zaman sizi hiçbir parti desteklemez ama başa kim gelirse gelsin, ülkeyi parçalanmaktan da kurtaramaz…

"Darbe olmaya olacak, bari sıraya girip hissemizi alalım" diye komutanlarla destek teması arayan işadamları, gazeteciler, politikacılar, aydınlar, şunlar bunlar…

Belki külliyen yalan fakat yalanın bu kadar sahici gibi duranı zor ayırt edilir…


Bu sıkıntılı günleri inşallah hayırla atlatırız da ülkemiz normal demokratik işleyişine kavuşur; sahici olsun olmasın, ben bu günlüklerin ilerde politik mizah edebiyatımızdaki bas yerini şimdiden alacağını görür gibi oluyorum.