"Dinci-boyalı" basın polemiğinin zararları

"Dinci basın niçin töre cinayetlerini lanetlemiyor; işlerine gelmediği zaman suskun kalıyorlar" yollu ithamlar, yılgınlık ve suçluluk psikolojisi yaratmak cinfikirliliğine dayandığı için samimiyetten uzak kalıyor. Aynı mantık tersine işletildiğinde bakın nasıl bir sonuç çıkıyor; buna göre beyaz kadın ticareti diye bilinen o devâsâ sektörden "boyalı" basın sorumludur; pornografi sınıflandırmasına giren bütün suç eylemleri yanında, insanları daha pahalı ve lüks bir hayata özendirdiği için bütün hırsızlık, kapkaç, gasp, dolandırıcılık, soygunculuk fiillerinden ötürü de "boyalı" ve "bir kısım" basını suçlamak gerekecektir.

Güneydoğu illerinde namus yüzünden işlendiği öne sürülen cinayetler hakkında bazı basın kuruluşlarında, "dinci basın niçin töre cinayetlerini lanetlemiyor; işlerine gelmediği zaman suskun kalıyorlar" yollu itham yazıları yayınlanmaya başladı. Bunun üzerine savunma içgüdüsü harekete geçti ve "ne münasebet, biz bu cinayetlere karşıyız ve daha evvel şu gibi yazı ve haberlerle tavrımızı almıştık" yollu cevaplar verildiğine şahit olduk. Bu gibi suçlamalarda hep hedef tahtasına çivilenen Diyanet teşkilatı da, her seferinde yaptığı gibi, "Dinimiz sebebi ne olursa olsun cinayeti reddeder ve asla hoşgörmez" mealinde açıklamalarda bulunmak ihtiyacını duydular.

Bu tip ithamları iyi incelemek gerekiyor çünkü bana göre bu son derece iyiniyetlerle ele alınmış bir, "ülkenin problemlerine hep birlikte çözüm bulalım arkadaşlar" yaklaşımından ziyade psikolojik bir yılgınlık telkin etme harekâtının parçasıdır: "Siz bu cinayetleri ayıplayamazsınız, haydi ayıplayın da görelim" faslında ithamcılar, suçladıkları basın kuruluşlarını, "sahi yahu, bizim de bu cinayetlerde dolaylı da olsa bir sorumluluğumuz var; güneydoğuda yaşayanlar genellikle dinî hassasiyeti yüksek kişiler ve hepsi de bizim gazeteleri okuyup ona göre davranışlarını düzenliyorlar" şeklinde bir pişmanlık, hatta mahcubiyete yönlendirmek istiyorlar. İthamın zımnındaki ikinci mânâ "töre" denilen birikimi sağcı ve "dinci" basının savunmak zorunda olduğu varsayımıdır; böylelikle töre cinayetleri, kendiliğinden "sağcı ve dinci" basının sorumluluk ve uzmanlık sahasına girmiş olmaktadır.

Başta da belirttiğim üzere bu tip ithamlar yılgınlık ve suçluluk psikolojisi yaratmak cinfikirliliğine dayandığı için samimiyetten uzak kalıyor. Aynı mantık tersine işletildiğinde bakın nasıl bir sonuç çıkıyor; buna göre beyaz kadın ticareti diye bilinen o devâsâ sektörden "boyalı" basın sorumludur; pornografi sınıflandırmasına giren bütün suç eylemleri yanında, insanları daha pahalı ve lüks bir hayata özendirdiği için bütün hırsızlık, kapkaç, gasp, dolandırıcılık, soygunculuk fiillerinden ötürü de "boyalı" ve "bir kısım" basını suçlamak gerekecektir; kezâ vaktiyle Türkiye'yi kasıp kavuran ve etkileri hâlâ devam eden büyük çaplı vurgun ve yolsuzluk suçlarına yine "bir kısım medya" patronları bulaşmış oldukları için nedâmet getirmeliler ve sorumluluklarını üstlenmelilerdir!

Bu suçlama listesinin daha nerelere kadar uzatılabileceğini kestirebiliyor musunuz; böyle toptancı ithamların tertibi kolay ama muhtevaları son derece zayıf ve haksızdır; çünkü o gazetelerde de pek çok sayıda aklı başında, mâkul ve sağduyulu insan çalışmakta, yayın yapmakta ve yönetmektedir. Orada da bu gibi suç ve eylemlere karşı olan yazarlar, gazete yöneticileri vardır; onlar sadece yayın tarzları ve haberleri seçip vitrine çıkarmakta seçtikleri üslubu yüzünden son derece haksız ve tehlikeli bir toptancı zihniyetle itham edilemezler, edilmemeleri gerekir.

Basın kuruluşlarının birbirlerini, en temel insanî meselelerde bile samimiyetsizlikle suçlamaları, ne kadar derin bir güven bunalımı içinde yaşadıklarını, davrandıklarını ve yayın yaptıklarını gösteriyor. Yayın kuruluşları elbette birbirlerinden farklı tarzda yayın yaparlar ve yapmalılardır ama meseleyi, "siz filan cinayeti ayıplamadınız", "hayır efendim asıl siz filanca cinayette suçluları himaye eder tutum takındınız" getirmek, en başta basın kuruluşlarının itibarını zedeler.

Aslında çok sıradan ama ilginç bir hadiseyi nakletmeme müsaade ediniz: Geçenlerde hava meydanlarındaki kafelerden birinde kendisiyle aynı masayı paylaşmak için izin istediğim bir adamla yarım saat kadar beraber olduk. Bir ara çantamdan gazeteleri çıkarıp, lâfa girmiş olmak için, "bakalım gazeteler ne yazıyor" diyecek oldum. Daha sonra şoförlük yaptığını öğrendiğim vatandaşın ilk cümlesi son derece manidardı,

-Ne yazacaklar ki, yalan yazıyorlardır!

Bu son derece dikkat çekici tesbitin haksızlığı âşikardır çünkü her rengiyle basın büyük bir hizmeti yerine getiriyor; toplumu bilgilendiriyor, aydınlatıyor, onun taleplerini seslendiriyor, yöneticiler üzerinde kamuoyu baskısı oluşturuyor ve şu anda sayılması pek de gerekmeyen olumlu hizmetler yerine getiriyor. Sıradan bir vatandaşın bütün gazeteleri yalan yazmakla suçlaması elbette haksızlık ama küçük de olsa bir isabet payı olduğu muhakkak. O isabet payının vebâli ise yine yayın kuruluşlarının sırtındadır.

Sadede dönelim: Birileri, "Dinci basın töre cinayetlerini ayıplamıyor", bir başkası, "boyalı basın milleti ahlâksızlığa sevk ediyor" suçlamasını sürdürdüğü sürece bu kördövüşü sürecektir, çünkü "Dinci", "Boyalı" gibi niteleyen sıfatları en fazla tercih eden yine -ne yazık ki- basın mensupları, yazar-çizer takımıdır. Birbirlerine güven duymayan insanların polemiği, okuyucu kısmına elbette daha fazla güvensizlik telkin edecektir.

AKLINIZDA BULUNSUN:

GELİNİZ BU GÜZELLİĞİ BİRLİKTE PAYLAŞALIM!

4. Uluslararası Türkçe Olimpiyatı'nın bu kadar seyirci ilgisine mazhar olması benim için şaşırtıcıydı. O gün yarışmanın yapılacağı çadır-salonun etrafındaki kalabalığı görünce daha erken saatlerde oralarda bulunup kalabalığa karışmadığıma, dünyanın dört yanından gelen çocuklarla konuşup sohbet etmediğime, meseleye daha içerden bakamadığıma hayıflandım. Program sona erdikten sonra şunları düşündüm: Bu olimpiyatları destekleyen kuruluşlara gelecek sene sadece ticarî firmalar değil, Türk basını da iştirak etse; onlar da organizasyonda hisse sahibi olsalar, bu gururu hep birlikte yaşasak ve Türkçe'nin, Türkiye'nin geleceğine hep birlikte yatırım yapmak noktasında işbirliği geliştirilse ne güzel, ne anlamlı olurdu. Belki gelecek yıllarda bu olimpiyatın kapsamına sadece yurtdışındaki Türk Okullarında okuyan öğrenciler değil de, isteyen herkes katılabilse; bir yıl içinde Türkçe'ye çevirisiyle, telifiyle, konuşması, telaffuzu, kompozisyonu, hâsılı Türkçe'yi tasarrufu ile Türkçe evrenine katkıda bulunan yaşı, rengi, tabiyeti, eğitimi hangi seviyede olursa olsun herkes yarışabilse...

Bu yarışmayı daha geniş bir kapsama ulaştırmak ve tanıtımını yapmak, Türkçe'nin evreninde soluk alıp veren herkes için bir görev teşkil etmelidir.

Bu vesile ile bu ağır ve yorucu programa emeği geçen herkese bütün kalbimle teşekkür ediyorum.


Kaynak (Arşiv)