Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

-Hocam, dün bir gazetede son siyasi gelişmeleri bir ilahiyatçı sıfatıyla değerlendiren görüşlerinizi okuyup istifade ettik; birkaç soru da benim sormama izin verirsiniz değil mi?

-Elbette, buyrun; benim işim bu zaten...

-Hocam, bazı havaalanlarında İLS cihazının olmadığı tartışılıyor; bunun dinen bir mahzuru var mı?

-Olmaz olur mu, ilim ve teknik Çin'de de olsa arayacaksın; binaenaleyh İLS olmayan havaalanlarına uçak indirilmesi fıkhen caiz değildir; kezâ otomobillere ABC fren sistemi hatta Navigation cihazı konulması, yağışlı ve karlı havalarda takoz, zincir ve çekme halatı bulundurulması, yol işaret ve işaretçilerine riayet edilmesi de aynen ulu'l-emr'e riayet gibidir.

-Hocam, şu Asena olayına da bir açıklık getirseniz?

-Getireyim; bu menfur suikastı şiddetle kınıyorum. Asena hanım kızımız netice itibarıyla birkaç ay iş göremez raporu ile mâlul duruma düşmüş, sanatını icrâ edemez hale gelmiştir. Suikast bilinçli ve planlıdır; lakin fitne ve şer odakları kesinlikle bilmelidir ki sanata ve sanatçıya kalkan eller kırılacaktır. Devletimiz güçlüdür ve olay çok yönlü olarak bütün boyutlarıyla soruşturulmaktadır.

-Kıbrıs meselesi dinî açıdan nasıl görünüyor?

-Çok boyutlu bir mesele ile karşı karşıyayız; hükümetin bu konuda hâlâ ve maalesef bir politika tayin edemeyişi mekruh, Annan planına mal bulmuş mağribi gibi atlamak ise haramdır. Bir hafta kadar önce Lefkoşe'de düzenlenen mitingde bir araya gelerek hükümet politikalarını protestoya yeltenen 30 bin kişilik topluluğun gaflet üzre bulunması muhakkak olduğundan alayının birden tecdid-i imân ve nikâh eylemesi lâzım gelir.

-Nemâ...

-Ödesinler efendim, bir an evvel ödesinler; tüyü bitmemiş yetimin hakkıdır, kul hakkıdır; şer'i cezâsı çok ağırdır. Ayrıca ifâde etmek isterim ki nemâlar hakkımızdır, söke söke alırızdır.

-Bu durumda hükümet ulu'l-emr sayılmaz mı; onlar taksitle ödeyelim diyorlar?

-Duruma göre değişir; adam gibi iş yaparlarsa ulu'l-emr olurlar, yapmazlarsa onlardan daha mâfevk mevkide ulu'l emr otoriteleri vardır, onların dediği olur.

-Bu durumda belediye zabıtası da ulu'l emr oluyor tabii.

-İcabında olur, kime itaat edileceğini sıradan insanlar bilmez, ben bilirim, sorarsınız söylerim, söylüyorum işte...

-Anlıyorum, peki hocam, ne dersiniz alırlar mı bizi AB'ye?

-Bu halimizle alırlar mı? Netekim İbrahim Tatlıses beyefendi de aynı hususa temas ediyor, 'kafamı kızdırmasınlar, yoksa bizi AB'ye almazlar' diyor. Aklın yolu bir değil mi?.. AB'ye girmekte dinen mahzur yoktur efendim, alırlarsa çatır çatır gireriz. Almazlarsa da girmeyiz; bunun da dinen mahzurlu bir tarafı yoktur. Alırlarsa mendup, almazlarsa müstehap bir vaziyet bu anlayacağınız...

-Peki, bir de Irak savaşı var gündemde. Amerikalılar üs istiyorlar, havaalanı istiyorlar, bir sürü asker yerleştirmek istiyorlar Türkiye'ye; şeriat ne diyor bu işe?

-Evlâdım bunlar siyasi meselelerdir, kamu işleri ile, kamu güvenliği ile ilgili işlerdir. Bu gibi meselelerde buyurulmuştur ki, en kötü karar dahi kararsızlıktan evlâdır. Memleketimizin büyükleri vardır, onlar bilirler, onlardan sormak lâzımdır. Üstelik bu gibi meselelere şeriatı filan karıştırmamak gerekir. Bana abdestin mekruhlarını sor, hac farizâsı esnâsında fidye gerektiren fiilleri sor, ne bileyim şeyi sor meselâ, ulu'l emre itaat farz mı değil mi, onu sor, hadi sorsana!

-Ulu'l emre itaat farz mıdır hocam?

-Farzdır ki nasıl, taş gibi. Ulu'l emr ne demek, memleket büyükleri demek; Ulu'l emr ne demek, senin-benim gibi sıradan ve aklı yetmeyen insanların takat yetiremeyeceği devlet meselelerinde karar veren ve -hikmete bakınız ki evlâdım- hep de en isabetli kararları veren ve bizim iyiliğimizi bizden çok düşünen insanlar demektir, bunlar bizi hem severler hem döverler; dövdükleri zaman 'acaba nerede ne hata ettim' diye düşüneceksin, sevdiklerinde gurura kapılmayacak, 'nasıl hareket edeyim ki beni hep sevsinler' diye çalışacaksın. Ulu'l emr budur işte!..

-Hocam başörtüsü...

-Bi dakika, ne alâkası var şimdi başörtüsünün konuyla, evlâdım sen provokatör müsün; sorma böyle şeyleri, sofra örtüsünü sor fetva vereyim, televizyon, sehpa örtüsünü sor geçmiş zaman fukahasını mebhût edeyim, en iyisi sormamış ol, geç oraları geç...

-Geçiyorum hocam, aklıma şöyle bir soru geliyor; az bir dünyalık karşısında doğru bildiği şeyleri eğip bükerek söyleyenlere, kendisiyle alay eden çevrelere yaltaklanarak geçinmeyi zenaat edinenlere ne denir?

-Ne denecek, ikiyüzlü, şerefsiz filân denir galiba, ne diye sordundu ki?

-Hiiç, merak etmiştim sadece; şimdi başka bir soruya geçiyorum, hocam bazı yazarlar ben bilgisayar kullanmam ille de elimle yazmalıyım diyorlar; bunlara ne buyrulur acaba?

-Biz ne çektiysek iki asırdan beri bunlardan çektik işte. İlim almış başını gitmiş, terakki bütün garp medeniyeti nûra gark etmiş (nur kelimesini çıkaralım, başımıza iş açmasın sonra, çıkardın mı, tamam), fenn şâhikalara yükselmiş bizim uğraştığımız şeye bak. Yazık, vâ esefâ ki nasıl...

-Son soru hocam, bu memlekette irticâ günün birinde biter mi?

-Bitti bile, bu röportaj şu dakikada bitti, ne biçim soru bu be, çık dışarı, çıık!