Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Bu yazı herkese hitab ediyor.

“Nasıl olur?” diye merak edebilirsiniz; açıklıyorum: İnsanlar ikiye ayrılır; ömrü boyunca diş doktoruna işi düşmeyenler ve ötekiler. Takdir edersiniz ki bu iki sınıftan birine girmeye mecbursunuz, ortası yok!

Size uzun uzadıya dişçi koltuğunda başıma gelenleri anlatıp moralinizi bozmak niyetinde değilim; hemen belirtmeliyim ki dişçi koltuğu, evdeki koltuklarımıza nisbetle pek rahat edebileceğimiz bir möble değilse de, korkulacak bir şey de sayılmaz; buna rağmen dişçi koltukları, hemen herkeste belirgin bir korku ve otorite uyandırıyor.

Meselâ ülkenin başbakanı olsanız bile, dişçiye yolunuz düştüğünde maça bir-sıfır mağlup başlamaktan kurtulamıyorsunuz. Sizi koltuğa yatırıp başınızı iyice geriye doğru yasladıktan ve tepenizde kocaman bir lamba yakıp, ağzınızı iyice açmanızı nâzikâne ihtar ettikten sonra bütün dikkatiniz, ister istemez doktorunuzun yüzündeki ifadeye kilitlenecektir. Vaziyet vahimse, bunu size açıkça söylemek yerine, “Hmm, dişlerinize iyi bakmadığınız anlaşılıyor, şimdi ne yapmak lazım öyleyse?” cümlesiyle yola koyularak aradaki bütün toplumsal, siyasî, ekonomik ve ilmî mesafeleri kendi lehine çeviriverecektir diş tabibiniz. O an itibarıyla siz, meslekî veya toplumsal etiket taşıyan biri değilsiniz çünkü; ağzında dişleri olan birisiniz ve dişlerinizden en az birinde ufak da olsa bir problem var demektir.

Bu probleme karşı bizzat yapabileceğiniz hiçbir şey yoktur; elbette sağlam bir sicimin bir ucunu kapının koluna, ötekini ağrıyan dişine sıkıca bağladıktan sonra kapıyı açacak ilk kişiyi diş operatörü olarak seçen bedbahtları kastetmiyorum; onlar diş ağrısı denilen ve birtakım güvenilir kaynaklara göre kabir azabının kırkta birine eş değerdeki sızıdan kurtulmak için olmadık tedbirlere başvurmak zorunda kalan talihsiz insanlardı.


Nasreddin Hoca’nın başından geçtiği rivâyet edilen hâdise, tam da o günleri anlatır:

Adamın biri Nasreddin Hoca’ya, “Başım çok ağrıyor be hocam” demiş, “Sevabına bana bir nefes ediversene!”

Hoca şöyle bir sakalını sıvazlamış, “Vallahi” demiş, “Geçenlerde benim de dişim çok ağrıdı. Dişçiye gittim. Çektirdim, rahata erdim. Sen de bir tabibe git; çektir, kurtul!”

KADİR İSMİNDE BİR ELEMAN...

Dişçilerle aramın iyi olmayacağı, daha üniversite günlerinde belli olmuştu. Diş hekimliğinde okuyan Kadir isimli bir arkadaş, diş çekme imtihanını vermek için kendine bir konu mankeni arıyordu; şimdi hâlâ öyle midir bilmiyorum, yanıma gelip, “Dişlerinde çürük varsa, gel bizim fakülteye bedava çekeyim, kurtulursun” diye bir teklifte bulundu.

Eh, var bir çürüğüm, üstelik fakültede çekilecek ve bedava. Bundan iyisi can sağlığı diyerek yola revan oldum. Dişçi koltuğuyla ilk o gün tanıştım. Kadir adlı personel beyaz önlüğünü giydi, beni koltuğa yerleştirdi. Hocası geldi, “Hangi diş?” diye sordu. Kadir gösterdi. Hocası Kadir’e, “Ne yapmayı düşünüyorsun bu dişi?” diye sordu. Kadir, “Bu diş bitmiş, çekeceğim mecburen hocam.” cevabını verdi.

Hocası Kadir’e öyle bir baktı ki, ben bile bulunduğum yerden Kadir’in durumuna üzüldüm. Hocası, “Ayıp yahu” dedi. “Basit bir kanal tedavisi ile kurtulur bu diş.” Sonra “sıradaki gelsin” dedi ve ben o gün için diş çektirmekten kurtuldum.

DİŞÇİ KOLTUĞU AĞRI KESİCİ MİDİR?

Dişçi koltuğunun ağrı kesici özelliğiyle de ilk o gün karşılaştım. Sonraki karşılaşmalarda da aynı durum tekrar edince, koltuklarda manyetik veya düpedüz “Transandantal” birtakım hususiyetler bulunduğuna dair vehimlerim, ilmî kanaat şekline dönüştü. Koltuğu görenin ağrısı şıp diye geçiveriyordu. Geçenlerde mecburen yolum dişçiye düşünce bu kanaatimi bir kere daha pekiştirdim. Etki kesindi. Dişçi koltuklarında sihir gibi bir şey vardı!

Bu satırları dişçiye hiç gitmemiş olanların ciddiye almamasını temennî ederim; evet, ağrıyı geçiriyor ama dişi tedavi etmiyor. Tedavi olmak isteyenler için dişçi koltuğu gibisi yok. Benden duymuş olunuz!

GİZLİ AJANDA TAŞIYAN BİR DİŞ TABİBİ

Herkes benim kadar talihli olmayabilir. Bütün dişçiler, sempatik, güzel insanlardır fakat benim dişçim ve “sevgili kızım” Zeynep, meslektaşlarından az farkla daha önde bana göre. Kliniğine girdiğim andan itibaren şakalar, nükteler, latifeler, limonlu çay ikramları birbirini kovalıyor. Böylece sanki güneşli bir günde yeşil bir parkta lâklâk ediyormuşuz gibi rahatlıyorum. Öyle ki, “Hocam, artık koltuğa geçelim mi?” teklifinin ardındaki gizli niyetini aklıma bile getirmeden güle oynaya koltuğa uzanıveriyorum. Âdeta neşeyle şakıyarak, “Hiç acıtmayacak, söz veriyorum.” diyor, “Zaten basit bir şey, bunu günde kaç kere tekrarladığımı hatırlamıyorum bile.” diyor. Böyle der demez aklıma o mel’un fıkra geliyor:

AH İSTATİSTİKLER!

Doktor hastasını rahatlatmak için ameliyattan önce bilgi veriyor;

-Bu son derece güvenli bir operasyondur beyefendi diyor. İstatistiklerine göre başarı oranı 99 ve siz mutlaka bu ameliyattan başarıyla kurtulacaksınız.

Hasta işkilleniyor: “Niye ki doktor?”

-Çünkü, diyor operatör, daha önce ameliyat ettiğim 99 hastayı maalesef kaybettik fakat siz yüzüncü olduğunuza göre başarılı olacağım kesin!

ACITIYOR MU; BİRAZCIK!

Değil konuşmak, başınızı kımıldatmanıza bile imkân olmayan bir durumda iken sevgili diş tabibim, bir yandan hafif tertib de olsa canımı acıtırken öte taraftan, “Acıyor mu?” diye soruyor. Cevap verecek durumda olmadığımı gayet iyi bildiği için devam ediyor: “Acımıyor değil mi, acımaz zaten, ellerim çok hafiftir benim.” Doğrulup konuşacak duruma gelince kızmam gerekirken karşılıklı basıyoruz kahkahayı.

Dişçi, hastasını muayene ediyor ama adamcağız benim gibi yüzünü buruşturup durmakta. Dişçi kızıyor: “Daha dokunmadım bile ayol, niçin acıyormuş gibi yapıyorsunuz, çok ayıp!”

-Evet, dişime henüz dokunmadınız ama fena halde ayağıma basıyorsunuz!

Bu fıkrada geçen hadise geçen yüzyıldan kalmış olmalı zira yeni koltuklarda dişçinin, hasta ayağına basma ihtimâli yok. En azından bu bakımdan garanti verebilirim.

DİŞÇİ DEĞİL, DİŞ TABİBİ ELBETTE

Yazıyı şöyle bir gözden geçirdim, birkaç yerde “diş tabibi” demek yerine “dişçi” deyip geçmişim; dalgınlık. Vaktiyle muhasebecilerin “kâtib efendi” diye adlandırılmaktan haklı olarak hoşlanmadıklarını hatırladım. Doğru tabir elbette hekim veya tabib kelimesini tercih etmektir.

Siz siz olun sevgili gençler ve çocuklar, dişçi koltuğuyla tanışacağınız günü mümkün olduğu kadar ertelemeye bakın; bunun için daha şimdiden o koltuğa oturmanız gerekiyor ama. Evvela iyi bakım, ardından muntazam kontroller... Korkmayın, acıtmıyor!