Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Doğalgaz meselesindeki bilgim sıradan seviyesinin de altında sayılır; dolayısı ile bilgi ve rakam konuşturacak ehliyette değilim.

Gördüğüm şudur: Çevre dostu olması ve kullanım rahatlığı sebebiyle doğalgaz giderek daha fazla tercih edilen bir enerji durumuna geldi. Türkiye ise, günün birinde doğalgazı neyle ikame edeceğini pek hesaplamadan, enerji politikasında doğalgaza ağırlık veren adımlar atıyor ve taahhütlerde bulunuyor. Vergilendirilmiş fiyatlarla dünyanın en pahalı akaryakıtını halkına tükettiren hükümetler, vaktiyle yapılan anlaşmalardaki yüksek fiyatları da aynı tarzda tüketiciye aksettiriyorlar. Pahalılığı bir yana, sıradan tüketici için doğalgaza geçmek, bir noktada bütün ikame kapılarının kapatılması anlamına geliyor. Enerji politikamızı kendi elimizle esneklikten uzak, uzun vadeli taahhütlerle sımsıkı bağlı dönülmez bir kulvara sokuyoruz. Günün birinde başka cinsten bir enerji politikasına geçiş için yine müthiş altyapı masraflarına girmek zorunda kalacağımızı tahmin etmek hiç de zor değil. Nitekim doğalgaz boru hatları Anadolu'da giderek yaygınlaşmakta, ısınma sistemleri değiştirilmekte ve bu yüzden her aile hatırı sayılır miktarda altyapı harcaması yapıyor. Bu işle uğraşan şirketler için yeni ve çok hareketli bir piyasa açıldı. Yavaş yavaş dönülmez noktaya gidiyoruz ve bu yüzden Rusya'nın, İran'ın veya başka üretici ülkelerin enerjide kısıtlamaya gitmesi veya politik sebeplerle vanayı kısması, beynelmilel etkileri bir tarafa, herkesi ilgilendiren bir boyut taşımaya başladı.

Peki, B planımız, C planımız nedir; duyanınız var mı? Petrol yataklarının ömrü kısaldı, doğalgaz yatakları da ilânihâye gaz fışkırtacak değil; tabii sebeplerle olmasa bile yakın zamanlarla yeni "gaz krizleri"nin çıkması kimseyi şaşırtmaz. Bizim B plânımız, "sobaları kaldırıp atmayın, kömürlükte dursun, belki lâzım olur"dan mı ibarettir? Hidroelektrik enerjinin zannedildiği gibi "beyaz" olmadığını, ülkenin klimasını bozduğu gibi tarım alanlarının ve tabii dengelerin canına okuduğunu, üstelik baraj diplerinde mil birikmesi sebebiyle fazlaca uzun ömürlü olmadığını biliyoruz artık. Yerli linyit yataklarının hâlini erbâbı bilir; benim bildiğim kömürde de Ukrayna ve Rus linyitlerine bağımlılığımızın giderek yükseldiğidir. Nükleer enerjiye gelince yedek enerji planları listesinde hangi harfle kodlandığını bilenimiz yoktur. Yıllardan beri nükleer enerjinin pis, pasaklı ve tehlikeli olduğuna dair etkili bir efsâne bu ülkede hükümfermâdır. Çernobil kazasından sonra nükleer enerji, Türkiye'de iyiden iyiye öcü muamelesine tâbi kaldı. Santralimiz yok, santral kurma irâdemiz hiç yok; halbuki "gelişmiş" Batılı ülkelerde nükleer santraller takır takır -üstelik "yerli"- enerji üretip durmakta.

Hükümetler galiba sadece, doğalgaz piyasasından hangi şirketin ne kadar piyasa payı kapacağını tanzim etmekle yükümlü sayıyorlar kendilerini; şu anda Yüce Divan'da yargılanan eski başbakan ve bazı bakanların suçlanma sebeplerinden biri de doğalgaz meselesiyle alâkalıdır. Pazar payları üleştirilirken, gelecekteki muhtemel krizler de, muhtemel ikame ihtimâlleri de hesaplanmalıydı. Ne yazık ki artık, "nasıl olsa hesaplanmıştır canım; bizim düşündüğümüzü, koca devletin aklıevvel bürokratları düşünmezler mi?" iyimserliğini terk etmiş bulunuyoruz.

"Doğalgazın kokusu yoktur; çabucak farkedilsin diye ona biz koku maddesi katıyoruz" diyor uzmanlar; isabetli bir şey yaptıkları muhakkak. Ne var ki, gaz anlaşmaları ve taahhütleri imzalanırken aynı kokulandırıcı katkı maddesinin bürokratlarda ikaz tesiri uyandırmadığı da âşikâr gibi.

Daha şimdiden kokusu burun düşürüyor çünkü!