Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Tiyatroya gitmek, altı ayda bir dişçiye uğramak veya tam teşekküllü bir hastanede tepeden tırnağa sağlık kontrolünden geçmek gibi bir şey olsa gerektir; can sıkıcı ama lüzumlu, sevimsiz ama faydalı.

"Bütün kök bitkileri çok faydalıdır, bol bol tüketmeliyiz, keza havuç, kereviz, lahana... hele lifli gıdalar!" cinsinden dolduruşları gereğinden fazla ciddiye alan tipler vardır ya hani; eksik olmasınlar bütün gazete ve televizyonlar el birliği edip yeni bir bâtıl itikad düzlemi icad etmişlerdir; işbu tipler, medyatik bâtıl itikad düzleminin evlâtları olurlar. Bu itikadın müridleri, gündelik vahyi tebellüğ etmek için gazetelerin güzellik ve sağlık köşelerinden kupür kesip arta kalan zamanda "ellerinde kağıt"kalem", televizyonların "doktorunuz diyor ki" mealindeki programları izleyerek gündelik notlar alırlar.

Bu gidişatla, pek yakında yeni bir, "kendi vücuduna tapanlar" mezhebi ortaya çıkarsa şaşmam. İnsanları ölümle, hastalık ve yaşlılıkla korkutarak eve ekmek götürenler her çağda eksik değildi ama modern zamanlarda işin suyunu çıkardılar. Vahameti şöyle özetleyebiliriz meselâ: Medyanın sağlık ve güzellik tavsiyelerini ciddiye alan bir insanın, başkaca hiçbir iş yapmaksızın günde kırk sekiz saat spor yapması, hiçbir canlının darda kalmadıkça yemeye yanaşmayacağı lezzetsiz ve tatsız nevalelerden "eser miktarı" koklayarak perhize girmesi, mütemadiyen destekleyici mineral ve vitamin kürlerine devam etmesi, mutlak bir şekilde sağlıksız ortamlardan uzak kalması gerektiği için cam bir tüp içinde yaşaması, deliler gibi yıkanması, çılgınlar gibi dişlerini fırçalaması, elinde sabunla lavabo başında mikropları ânında imha için alarm halinde beklemesi, saçlarını binlerce kere fırçalaması şarttır; daha neler? Peki ihmâl edilince ne olur? Ölür gidersiniz ölmesine fakat ölümden daha feci şeyler var;

Ele güne rezil olur, kendi vücuduna tapanlar mezhebinden atılırsınız!

..

Gülay Göktürk çok güzel bir meseleye değinmiş ve Perihan Mağden Hanım'ın tiyatrodan nasıl ve niçin nefret ettiğini izah eden bir makalesinden bahisle içinin nasıl serinlediğini yazmış; Ezcümle diyor ki: "Bizde entelektüel olmanın temel şartları vardır, tiyatroyu sevmek de bunlardan biridir.. ne münasebet!" Son zamanlarda bu kadar sahici bir köşe yazısı okuduğumu hatırlamıyorum, ellerine sağlık! Yazının sonunu, "Ey zoraki tiyatroseverler, özel sohbetlerde neler söylediklerinizi biliyoruz, hadi bakalım dökülün birer birer" diye bağladığı için "hamd olsun" hiç de tiyatrosever filan olmadığım halde biraz "döküleyim" dedim. Okuyucularım biliyorlar, bizzat zevk almadığım şeyleri medh ü senâ ettiğim pek vâki değildir ve tiyatro dahi bu meyandadır. Talebeyken Ankara'da Devlet Tiyatroları'na gittiğimiz oldu birkaç kere, "Tarla Kuşuydu Jülyet, My Fair Lady"yi seyrettik, belki bir oyun daha ama daha fazlası değil. Ne var ki bu seanslar bende bir tiyatro muhabbetine dönüşmedi. Şimdi anlayabiliyorum ki, devrin parasıyla iki buçuk liraya kıyıp gittiğimiz tiyatro, sahneden ziyade fuayesi ve teşkil ettiği seyirci topluluğu ile dikkatimizi çeken bir yerdi. Bir mânâda kendimizi Çankaya Köşkü'nü ziyarete giden ilkokul talebeleri gibi hissediyorduk, iyi oluyordu. Öteki Türkiye'nin kalburüstü insanlarını iki buçuk liraya başka nerede görebilirdik? Üstelik öyle garibandık ki Ankara'da...

Ve galiba sinemadan daha ucuzdu tiyatro bileti.

Sekiz sene önce bir kere daha denedim, lezzetsiz geldi; geçen sene devletin taşraya gönderdiği topluluklardan birinin oyununu seyrettik mâ"aile, "Tahta Çanaklar". Oyun boyunca kendimi yedim durdum ve profesyonel oyuncuların niçin lise müsameresinde oynuyorlarmış gibi ucuz rol kesip durduklarını anlayamadım. Kendime "bu son olsun" dedim ve sözümde duruyorum. Müşterisi seyretsin fakat bu sanat bana hep Ankara'yı hatırlatır; Ankara'yı ve Ankara'nın tekdüze bürokrat zevkini; sevmedim gitti işte.

Ara sıra ekranlarda görürüm, "bu ulvi sanat dalı ölüp gitmesin, devlet tiyatrolardan yardımını esirgemesin" filan kabilinden daha çok ucuz salon solcusu daha az tiyatro sanatçısı tipler yakınır dururlar; hani kendinizi biraz kaptırsanız merhamete gelip senelik zekâtınızı özel tiyatrolara yatırasınız gelir. Bir de bu makûlenin cenazelerini alkışla kaldırmaları, çok lâzımmış gibi tabutu sahneye çıkarıp etrafında, "sen ölmedin Rıfkı, kalk da iki tek atalım, ruhun şu anda fuayede ne fırıldaklar çeviriyor, üstelik bütün koltuklar da satıldı" cinsinden zirzopluklara tevessül etmeleri bana hep itici gelmiştir.

Herkesin zevki kendisine, Gülay Göktürk'ün entelektüelin on emri kabilinden sıraladığı şeylere şöyle bir baktım da neticede düpedüz ve alelâde zevkleri olan bir insan olduğuma kanaat getirerek hamd ettim: Caz sevmem meselâ, anlamam (Azizah Moustpahzade de dahil!), opera da hiç üzerime vazife değildir, bale de. Şu yaşıma geldim "bienal"in ne demek olduğunu bilmem, "entelektüel yordamın yedeğinde taşıdığı umulası yansımalar" gibi lâflarla mülemma yazıları ise başından sonuna okuyup bitirdiğimi tarih yazmamıştır. Binaenaleyh devletin bu gibi entel keyif sektörüne açıktan para akıtmasına muhalif olsam gerektir fakat yeni hükümete aynı şeyi tavsiye etmem!