Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

1999 yılında Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesinden sonra kamuoyuna hâkim olan iyimserlik havasını saymazsak, tam on yıl sonra yeniden meselenin çözümü için uygun bir konjonktürün varlığından söz edebiliriz. Konjonktürün elverişliliği, kestirmeden problemin hemen çözülebileceği anlamına gelmiyor ne yazık ki. Cumhurbaşkanı Gül’ün, hükûmet sözcülerinin, hattâ ana muhalefet liderinin olumlu yaklaşımları, geçtiğimiz hafta içinde mayınlı suikastle baltalanmak istendi; buna ilaveten DTP’nin sözcüleri de, kamuoyunda haklı olarak öfke uyandıran bir siyasi dil kullanarak çözüm için her şeyden ziyade gerekli olan zihnî ve psikolojik zemine gölge düşürdüler.


DTP sözcülerinin çözüme samimiyetle hizmet ettiklerine inanmak hayli güç. Kendileriyle dağdaki silahlı ve şiddet eylemlerine bulaşmış örgüt arasında bir mesafe olmadığını açıkça ikrar etmekten çekinmiyor, hatta bu bağlantının varlığından iftihar duyduklarını özellikle belirterek garip bir davranış içine giriyorlar.

DTP, daha önce kurulup benzer gerekçelerle kapatılan partiler zincirinin son baklası; kendi ifadelerine göre PKK’nın siyasi uzantısı. Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına itaat edeceği vaadiyle kurulduktan sonra, kapanmaması, kapatılmaması için meseleye aklıselimle yaklaşan pek çok kişinin samimi temennide bulunduğu parti. Kapanmaması veya kapatılmaması gerekiyor çünkü, vaktiyle bu yol denendi ve çözüme bir katkısı olmadığı anlaşıldı. Diğer taraftan DTP bu yılın mart ayında yapılan mahalli seçimlerde hatırı sayılır miktarda oy alarak bir toplumsal tabana dayandığını da gösterdi. Halktan destek kazanarak temsil niteliğini iktisap etmiş partilerin kapatılmaması gerek; daha doğrusu “parti kapatmak” diye bir ceza tarzının artık siyasi hayatımızdan çıkması gerekiyor; bunun yerine başka türlü bir caydırıcı tedbir ikame etmek lazım.

Ne var ki DTP’liler, bu gerçeği çok iyi kavramış fakat çok yanlış yorumlamış olmalılar ki, âdeta partilerini kapattırmak için savcıların gözünün içine baka baka açık “esbâb-ı mucibe” sayılacak sivri laflar etmeye devam ediyorlar. Hâl böyle olunca DTP’nin karşılıklı iyi niyet ve anlayış zemininde uzlaşmanın bir vasıtası olmak yerine, eskiden beri süregelen gerginlik ve çatışma ortamından yana tavır aldığı zehabına kapılıyoruz.


DTP yanlış bir tavır gösteriyor; itici, kabul edilemez bir üslup kullanıyor ve bu itici tarzıyla çözümü “çıkmaz ayın son çarşambası”na ertelemeyi tercih ettiği kanaatini güçlendiriyor. Çözüm yerine ısrarla “barış”, çatışmanın sona ermesi, silahlı PKK güçlerinin silah bırakması eylemi yerine ısrarla “ateşkes” kavramını bile-isteye tercih ediyor ve sıkça kullanıyorlar. Barış ve ateşkes gibi kelimelerin mahiyeti itibariyle beynelmilel savaş hukukuna ve diplomasiye dair kavram olduğunu bilerek, PKK kalkışmasının Türkiye’nin iç güvenliğini ilgilendiren bir mesele olmaktan ziyade devletlerarası bir ihtilaf sayılması gerektiğini göstermeye çalışıyorlar.

Pekâlâ biliyorlar ki, böyle bir dil kullanılması ve böyle bir üslup takınılmasına -ne kadar güçlü ve kararlı olursa olsun- Türkiye’de hiçbir hükümet, hiçbir parti, hiçbir kurum rıza göstermez, istese de bunu yapamaz. Bu kavramları kabullenerek masaya oturmak, ülkeyi zaten bölmek veya bölünmüş kabul etmek demektir. DTP sözcüleri bunu biliyorlar ve bu dille konuştukları sürece karşılarında muhatap bulamayacaklarını bildikleri için ortamı gerici kavramları ısrarla tekrarlıyorlar.

Bu durumda DTP’lilerin, “barış istiyoruz, akan kan dursun; insanlarımız artık acı çekmesin” yollu sözlerinin samimi bir derinliği kalmıyor. DTP, eline kadar gelmiş tarihî bir fırsatı görmezden geliyor. DTP, meselenin hallini değil, sürmesini istiyor. Kazanılmış veya kazanılmakta olan haklarla ilgilenmiyor; âdeta Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kendilerine karşı savaşta mağlubiyete uğramış bir tarafmış gibi ezik ve özür dileyen bir eda ile yaklaşmasını bekliyor.

İşte iç ve dış konjonktürün gayet müsait olmasına karşılık, DTP’nin meseleye neredeyse uluslararası diplomatik bir boyut kazandırmak arzusunu ben şahsen samimi bulmuyorum. DTP, siyasi bir heyet olarak varlık sebebini reddediyor, kendini değersizleştiriyor; çözümün değil, gerginliğin bir parçası olmayı tercih ediyor.


İşte tam bu noktada DTP’nin, PKK ve Öcalan’dan tamamen bağımsız şekilde, kendini tamamen toplumsal tabanın taleplerini ve hissiyatını seslendirmeye ehil bir örgüt gibi görmesi durumunda nelerin olabileceğini sormak durumundayız; böyle bir ayrışma şüphesiz Türkiye’nin terör gündemini büyük bir süratle sona erdirir, şiddet yanlılarını yalnızlaştırarak meselenin halline yönelik ilerici adım sahiplerini cesaretlendirirdi. Bu durumda şiddet yanlısı güçlerin, Kürt toplumunun sözcülerini baskı altında tuttuğu gerçeğiyle karşı karşıya kalıyoruz ki, bu çok ilginç bir noktadır; diğer ilginç husus ise, PKK ve onun yedeğinde olduğunu itiraftan çekinmeyen DTP’nin dışındaki daha ılımlı ve aklıselim sahibi Kürt örgütlerinin bir türlü inisiyatif kazanamayışı oluyor. Şiddete başvurmayan bu toplulukların niçin revaç bulmadığı ve çözümün parçası hâline gelemedikleri de meselenin bir parçasıdır. Yani Kürt meselesinin çözümündeki zorluk, bölüşülecek şeylerin azlığından veya yetersizliğinden değil, sözcü durumundaki kişi ve kurumların psikolojisinden, daha ziyade korkularından kaynaklanıyor.

Çözüme yaklaşıldığına inandığımız şu süreçte, karşılıklı iyi niyeti, konuşma ve anlaşma arzusunu tahriş edecek sivriliklerden kaçınmak gerekiyor; elbette bu arada iki taraftan birine dâhil olmamakla birlikte çözüm hâlinde menfaati zedelenecek olanların tahrik ve sabotajlarına karşı da dirençli olmak lazım. 6 askerin mayın suikastinde öldürülmesi, kamuoyunun kırılgan tarafına çok kısa sürede hitab etti ve etkili oldu; bu ve buna benzer kötü niyetli eylemleri caydıracak en etkili tedbir, cinayetlerin hemen herkes tarafından süratle lanetlenmesi ve politik destek görmemesidir.

Çözümünü dağlar kadar zor sandığımız ve belki de bu yüzden zorlaştırdığımız meseleler, aslında görünenden daha çabuk ve pratik bir yolla, çok kısa zaman içinde çözülebilir. Şiddete değil anlayışa, hatta şiddetle anlayışa muhtacız.

Herkes sabırlı, sakin ve iyi niyetli olmalı.