Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Yeni Papa Ratzinger'in en azından dürüst bir batılı olduğunu kabul edelim; vaktiyle Türkiye'nin AB'ye girmesine, "Türklerle aramızda duruş farkı var" meâlinde bir cümleyle karşı çıkmıştı. Batılı muhataplarımızın birer "açık toplum çocuğu" olmalarından hareketle niyetlerini "batn"da gizlemeden izhar etme davranışlarını şükranla karşılamalıyız. Onları çifte standartla suçlamak da biraz bühtân olur. Dürüstlükten ziyade "düz" davranıyorlar; şüphesiz bu davranış, erdemden bir cüzdür. Eksiği, vicdanlarının "hakikat"e teslim olmayacak derecede betonlaşmış önyargılarla mâlul bulunmasında.

Belçika parlamentosu, biz Türklerin vaktiyle Ermenileri cümleten kestiğimiz yolundaki iddiayı reddedenlere hapis ve para cezası vermeyi öngören bir kanun kabul etti geçenlerde. İnanılmaz gibi görünüyor ama gerçek. "Düz"lükten kasdettiğim bu işte; hakikatle nisbeti yok ama dürüst. O meşhur Avrupa hukukuna göre düşünce eylemine ceza kesmeye kalkışmaları bize çelişki gibi görünüyor; parlamento eliyle yürütülen bu kanaat terörü kampanyası, batılı değerleri insanlığın nail olduğu en büyük şeref gibi kutsamaya alışkın "alaturka" vicdanımızda fırtınalar koparıyor ve batılıları karşı bir umumi kanaat belirlemeye çalışırken bir uçtan diğer uca savrurup durmaktayız. Bizim parlamentomuz velev ki tam aksi yönde bir kanun çıkararak Ermenileri bire kadar kırdığımızı savunanlara hapis ve para cezası takdir etseydi ne olurdu dersiniz? Kanun muhtemelen köşkten döner, ısrar halinde Anayasa Mahkemesi tarafından iptâl edilir, sol-liberal tayfası ise gökkubbeyi Meclis'in başına geçirirdi.

Çok mu safız nedir?

Tarihi boyunca aykırı düşünenleri esirgemekle açmakla şöhret yapan İsviçre'nin Zürich kantonu savcısı ise, dürüstlüğü alabildiğine abartarak Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu'nu, bir sene önce İsviçre'de yaptığı bir konuşması sebebiyle gıyabi tutuklama kararı çıkararak İnterpol'ün kırmızı bülteni ile aramaya başladı. Milliyet'ten Tolga Şardan'ın haberine göre Halaçoğlu bugünlerde Zürich'e gidecek olsa havaalanında tutuklanması gerekecek.

Kamera şakası değil bu, gerçek; düz, dümdüz bir gerçek.

"AB'ye üye olmayalım; eşitlik esasına dayalı iyi komşuluk ilişkileri geliştirelim; aksi takdirde bu gidişatın neticesi AB ülkeleriyle aramızda derin bir kriz çıkacağına işaret ediyor" deyip durmamızda kehanetten eser yoktur ama hikmet vardır. Avrupa Birliği, üyelik yolunda kımıldanamaz hale getirdiği Türkiye ile tarihi hesaplaşmaya girmek niyetindedir; görünürdeki en yakın netice, Avrupa Türklüğü'nün istifrâsı, yani Avrupa'nın gündelik hayatından tard edilerek ülkelerine dönmeye zorlanmasıdır. Biz, Avrupa Birliği karşısında "aptal âşık" rolünü sebepsiz bir "inhimâk"le benimsediğimiz için kendimize siyaset aralığı da bırakmadık. İhtiyârımızdaki tek siyaset seçeneği, AB'ye posta koymaktan ibaret. Bu tercihin siyasetle bağdaşır tarafı yok; bu tercih Türkiye'yi çok derin güvenlik, jeopolitik ve iktisadi boyutlar taşıyan krizlere sürüklemekten başka hiçbir sonuç doğurmaz. Bu bir siyaset değildir çünkü her iki ihtimâl vukuunda da Türkiye zaafa düşerken AB'nin eli güçlenmektedir.

Doğru olan AB'ye girmek için aptal âşık postuna oturmak değil, demokratikleşme reformlarını dışardan ama mümkün-mertebe paralel bir seyirle takib etmekti. Bu yol Türkiye'ye itibar ve saygı kazandırırdı; şimdiki gibi ortaoyununun "ibiş"i mevkiine getirmezdi.

Zürich kantonunun savcısını tebrik etmek lâzım; adamın elinde teorik olarak bu ülkenin başbakanını bile tutuklayacak hukuki gerekçeler varken bu yetkisini sadece TTK Başkanı'nı imlâya getirmek için kullanmak inceliğini göstermiş.

Hâlâ uyanmayacak mıyız?