Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Kimin için ne kadar lüzumlu olduğu bir yana, silah taşımak büyük bir nefis disiplini gerektirir.

Halk arasında silaha bu mânâda "takma yürek" derler. Orta yaşlarda silaha heves edip biraz kemâle erişince ortalıktan kaldırıp satanımız çok olur; eskilerin tâbiriyle "hevâyic-i asliye"den, yani esas ihtiyaçlar zümresinden olmadığı fark edildiği an silah, tehlikeli ve lüzumsuz bir ağırlık haline gelir.

Bir zamanlar ruhsatsız silah taşımanın cezası hayli ağırdı, sonra ruhsat uygulaması yaygınlaştırıldı, disiplin altına alınmaya çalışıldı ama patlamaması gerektiği halde patlayan silah sayısında değişiklik olmadı; olacağa da benzemiyor. Bugünlerde "serseri kurşun" adı verilen olaylar yükselmeye başlayınca muharip gazilerin resmi törenlerde kuru-sıkı atışları bile insanları irkiltmeye başladı. Televizyonun birinde gördüm, adam neredeyse bel hizasında tuttuğu silahın namlusunu tenezzülen yukarı doğru çevirip peşpeşe tetiğe basıyordu. Silâhın dahi edebi vardır; taşıması gerekenler için bile edeb meselesidir. Askerde evvela, boş bile olsa silahı insana tevcih etmemeyi öğretirler. Bu yüzden düğün-dernekte silaha davranıp insanlara zarar verenlere üç kat, beş kat ağır ceza verilse yeridir.

Takma yüreğine güvenip şurada burada silah atan, en azından başkalarını rahatsız eden magandaları ayıplamak veya cezalandırmak işin kolay tarafı. Televizyon dizilerinin neredeyse yarıdan çoğunda son derece çıplak bir silah fetişizmi sergileniyor, "filmdir olur" deyilip geçilecek cinsten değil; bu sahneleri gören yabancı bir gözlemciye, "bu Türkler neredeyse silaha tapınıyor" dedirtecek kadar abartılı ve hilâf-ı hakikat silah propagandası yapıyoruz kendi kendimize. Bu ucuzluğun derindeki mânâsı bence bambaşka; takma yürek meselesi! Açık bir güvensizlik izharı; adam kendine güvenemiyor, kabiliyetini, şahsiyetini, ikna gücünü ve vücut dilini yetersiz bulduğu için takma yürekle kendini takviye etmek ihtiyacını hissediyor. Biliyor ki ne kadar silik ve sıradan da olsa, silahını çektiği veya çaktırmadan silahlı olduğunu hissettirdiği anda karşısındakine karşı kolayca rekabet edilemeyecek bir üstünlük sağlayacaktır.

Böyle bir içtimai röntgen tahlilini içimize sindirir miyiz? Silah taşımanın aslında bir ödleklik göstergesi olduğunu kabullenebilir miyiz? Neticede "vahşi batı"da yaşamıyoruz ve her medenî toplum gibi varlığımıza yönelecek fiziki tehlikeleri savuşturmak için her ferdin mukabelede ve karşı saldırıda bulunma hakkını devlete devretmişiz. Devletin silahlı güçleri (polis, asker, jandarma), biz silah taşıma hakkından vazgeçtiğimiz için hepimiz nâmına silah taşıyorlar. Bu espriyi merkeze koyarsanız, devletin -diyelim ki bir kuyumcuya veya tüccara-, ruhsatlı da olsa silah taşıma hakkı vermesi, temel mukaveleyi rencide ediyor, hatta devletin varlığını bile sorgulatan bir mantığı belirgin hâle getiriyor. O yüzden toplumun koruyucu sınıfının, yönetimde söz hakkı dikkatle sınırlandırılmıştır.

Silahın gölgesine sığınılarak söylenen söz, fikir alışverişi değil emir diktesi oluyor çünkü.

Silahlılar konuşunca silahsızlara düşen şey susmak veya dikte edilen sözün aslında ne kadar mânidar ve derin anlamları muhtevî olduğu hakkında lâfı geveleyip durmaktır.

Şu "serseri kurşun" tamlaması ne kadar doğurgan; magandalık, bir başka gözle bakıldığında ne kadar yaygın bir hâlet? Lâfı bel hizasından etrafa rastgele sıkıp duran köşe yazarlarının savurduğu bazı kelimeler maganda kurşunundan daha az tahripkâr değil.

Tabanca takma yürekse, gazete sütununun da bir mânâda takma yürekten farkı yok. O dahi edeble tasarruf gerektiriyor.

Silah değil korkutucu olan; edep yırtığıdır!