Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Şairin keşfi nefîs; diyor ki: Muhammed (sas) beşerdir ama her beşer gibi değil; taşlar arasındaki yakut ne ise öyledir...

Efendimiz'in beşer tarafını keşfetmek ve anlamak O'nun vasıtasıyla ve O'ndan sadır olan haberleri doğru değerlendirmek için şart. Kendine has tabiriyle "Ene mislikum beşerun" (ben de beşer gibiyim; sizin gibi bir beşerim) ifadesini anlamak kolay ama o ilahi vahyin muhatabı olmasıyla bizden ayrılıyor ve bütün beşeriyetin fevkine yükseliyor. Bu iki farklı boyutu nasıl imtizaç ettirebiliriz diye düşünmek gereksiz. Kur'an bütünlüğü içinde Efendimiz'in hem beşer, hem beşer üstü olmasının mantıki dayanaklarını bulmak mümkün. Kitap'ta Efendimiz'in şahsına atıfta bulunan ayetler, pek çok eski (ve maalesef yeni) toplumu şaşırtan, aldatan ve iğvaya sürükleyen o denge noktasını bir bir tahkim etmektedir: Kendisine haber verilen, övülen, uyarılan, desteklenen, kefil olunan, teselli edilen, müjdelenen bir beşerdir O; bu eylemlerin muhatabı olmasıyla bize benzer, ne var ki onun muhatabı alemlerin Rabbi'dir ve bu noktada beşerden üstün irtifaa yükseliverir.

Efendimiz lafzını bende sıcaklaştıran bir rivayeti de nakletmek istiyorum: Günün birinde bir yabancı, Efendimiz'i tanıyıp görmek ve dinlemek, ziyaret etmek maksadıyla uzak bir diyardan gelmiş. Kendisine 'aradığın işte şu hanededir' diye yer göstermişler. İçeri girip selam verdikten sonra bakmış ki mecliste katı ve gösterişli hiyerarşiyi işaret eden hiçbir belirti yok. Birisi odada bulunan misafirlere hizmet etmekte. Adam sual etmiş:

  • Sizin efendiniz kimdir?

Mecliste bulunanlardan birisi cevap vermiş:

  • Bizim efendimiz bize hizmet edendir!

Meğer o esnada Efendimiz hakikaten misafirlerine ikram hizmetinde bulunmakta imiş. İmdi bu nüktenin içine sığdırılmış bulunan çift katlı mananın hangisine dilerseniz deli-divane olabilirsiniz.

Bu rivayetin sahih ve hasen bir hadis olup olmadığını bilmiyorum; erbabı doğrusunu bilir, belki hadis bile değildir; lakin şu nüktenin mazmunu ne kadar da İslam'dır ve ne kadar da Efendimiz'e dairdir.

Ve Efendimiz lafzını her hatırladıkça zihnime çocukluk günlerimin yaz mevsimlerinden kalma eski bir gelenek geliyor. Eskiden düğünden sonra damatları akşamla yatsı arasında düğüne katılanlarla birlikte camie götürürlerdi ve iki vakit arasında mevlid-i şerif kıraat edilirdi. Cemaatle yatsı eda olunduktan sonra davetliler mescit önünde, yarıdan kesilerek bir sopa parçasının ucuna çiviyle tutturulmuş konserve tenekelerinden mürekkep meşaleleri ellerine alırlar, teneke kutunun dibine yarım paket tütün ufalanır, üstüne bir çimdik gazyağı dökülür ve tutuşturulduktan sonra pek hoş bir düğün alayı tertip edilirdi. Ilık bir yaz gecesinin tenha yoksul sokakları lacivert atlasıyla teslim aldığı o eşref saatlerde, meşalelerle düğün evine doğru yola koyulan kalabalık içinde, evvela sesi gür ve güzel birisin başlayıp bilahare cemaatin iştirak ettiği o güzel ilahi hâlâ kulaklarımdadır;

Efendim senin yoluna yana yana kül olalım

İşte bu Efendim lafzının lacivert atlas üstünde altın ibrişim gibi parıldayan intibaıdır belki, ne zaman sevgili ağabeyim Doğan Erdinç'le bir araya gelip eskilerden meşke başlasak, bu güzel ilahiyi mutlaka hocanın güzel sesinden dinlemek isterim. Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle, Efendimize gönül ve fikir bağlayan herkesi tebrik ederim; kutlu ve mutlu olsun!

(*) Rahmetli Necip Fâzıl Bey, Efendimiz'e karşı duyduğu edep ve hayâ saikiyle kitaplarında onun has ismini alenen yazmazdı. Doğrusu yazı tekniği itibariyle darda kalmadıkça ben de bu usûlü taklidi muvafık buluyorum. Ondan bahsedince sadece 'Efendimiz' demek bana daha sıcak, zengin tedâili ve külfetsiz görünüyor.