Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Meslek liseleriyle ilgili son YÖK kararı anlaşılır gibi değil; tutarsızlığın birkaç türlüsü iç içe. Bu muğlaklıktan benim çıkardığım sonuç, Türkiye'de eğitim planlamasının "kervan yolda düzelir"den ziyade, "kervan duruma göre yeni şekiller kazanabilir" gibi bir prensipsizliği aksettirdiği şeklinde.

Birisi çıkıp mertçe, "meslek lisesine girenlere üniversite yok; liseyi bitiren hayata atılacak" diyebilse daha dürüst davranmış olacak ama her meslek lisesi mezununa istihdam sağlamak gerekecek o zaman. Böyle bir imkan tanınmış olsa, o zaman düz liselerin ne kadar gerçek talibinin olduğunu da anlayabileceğiz.

Yüksek eğitimi planlama hakkını kıskançlıkla savunan YÖK, yönettiği üniversitelerin aslında birer yüksek meslek okulu olduğu konusunda özeleştiride bulunabilir mi? Üniversiteye yönelik öğrenci talebinin temelinde herhangi bir anabilim dalında lisans yapmak arzusu yok aslında; o lisans eğitimine dayanarak bir meslek sahibi olmak arzusu var. Bu durumda üniversitelerimiz üniversite olmak vasfını kaybediyor ve ortaya böyle çarpık, anlaşılmaz, garip bir hal çıkıyor. Yeni üniversite kurulurken Fen-edebiyat fakültesi açmak önşartı sessiz sedasız kaldırıldı meselâ. Mevcut şartlar çerçevesinde belki haklı bir karar ama meseleye eğitim felsefesi açısından bakıldığında bir kalemde vazgeçilen anabilim dallarını şöyle bir hatırlatmanın yeridir: Türk dili ve edebiyatı, Tarih, Filoloji, Fizik, Kimya, Biyoloji yani fen bilimlerinin zeminini teşkil eden esas dallar, Sosyoloji, Felsefe, Antropoloji ve benzerleri. Yani tam da üniversite kavramına oturan ve yaraşan anabilim dalları. "Efendim seksen küsür Fen-Edebiyatımız var, yetişir" mantığını anlayışla karşılamak lazım; o zaman da eğitimin planlanmasından sınıfta kalırsınız.

İşin aslına bakılırsa eğitim sözkonusu olduğunda geçer not aldığımız bir husus neredeyse yok gibi.

Acaba meslek liselerinin taban puanı katsayı üzerinde koparılan fırtına, aslında bir kayıkçı kavgası mıdır diye düşünmeden edemiyor insan; çünkü böylelikle eğitimin çok daha önemli ve hayati meselelerini gözden ırak tutmak mümkün hale geliyor. Bu ahvalde hükümetin YÖK'ten yakınmasını nihai tahlilde ciddiye alasım da gelmiyor. Böyle derin planlama zaafları ve altyapı meseleleri ile mâlûl bir eğitim sisteminin hakiki açıklarını görünmez hale getirmek için YÖK, mükemmel bir paratoner görevini yerine getiriyor. Kamuoyuna sorunuz, sağcısı da solcusu da YÖK'ten şikayetçi. Hükümet sûreta haklı sebeplerle YÖK'ü hedef tahtasına koyuyor ve "biz yapmak istiyoruz ama atanmışların oligarşik iktidarını temsil eden bazı kurumlar, halkın iradesiyle işbaşına gelmiş bir heyetin elini kolunu bağlıyor" diye şikayetlenebiliyor. Merak ederim, "YÖK olmasa bu defa hangi sızlanma sebepleri üretilebilirdi" diye.

Öyle anlaşılıyor ki Meclis yeniden çalışmaya başlayınca bu defa YÖK'ün yüksek öğretimi planlamakla ilgili kanuni yetkilerini daraltmak için yeni bir teşebbüse girişilecek. Kanun teklifi tartışılırken başta CHP olmak üzere atama usuliyle görev yürüten anayasal kurumların, laikçi çevrelerin, sair "demokratik" meslek kuruluşlarının nasıl feryad edeceğini bugünden kestirebiliriz: En hafifinden "Tevhid-i tedrisat kanununun ruhu on paralık ediliyor"dan başlayan ortam gerginleştirme demeçleri, "Dinciler, laik cumhuriyetin temeline El Kaide bombası koyuyor"a kadar uzanır gider.

Bu arada olan elbette meslek lisesi öğrencilerine ve mezunlarına olur.

Daha sonra? Kanun çıkar, Köşk'ten döner, yeniden çıkar, Anayasa Mahkemesi'ne gider. Mahkeme bozar, bu defa siyasi irade "görüyorsunuz işte, olmuyor; milletten yeni bir güven tazelemesini taleb etmek hakkımızdır" diye masaya yumruğunu vurur...

...

Bu senaryoyu sıkıcı bulanlar, dün bu sütunda yayınlanan "limonata tarifi" yazısını bir kere daha okuyabilirler!