Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

14 Mayıs 1950 seçimlerini Demokrat Parti'nin seçim beyannamesi veya partinin ilk yüz gün içinde yapmayı tasarladığı icraat programı kazanmadı; Demokrat Parti bir fikir partisi de değildi: CHP karşısında DP'yi açık farkla iktidara taşıyan temel saik, o an içinde yaşanılan "durum"du. Bir başka ifadeyle seçimi DP kazanmadı, CHP kaybetti. O günden bu yana DP ile başlayan muhafazakar sağ kitle partisi vakıası, zaman zaman kesintiye uğratılsa bile her seferinde "durum" avantajı ile seçim kazandı ve bu seçimler aslında hep CHP'nin kaybettiği oylamalardı. Bu çerçevede DP, AP, ANAP ve DYP'nin temsil ettiği siyaset çizgisinin başarısını, CHP ve onun sürdüre geldiği siyasetin başarısızlığı tayin etmiştir. Belki de bu yüzden muhafazakar sağ çizgi, varlık sebebini bizatihi kendisinde değil, muhalif tavır takındığı geleneksel CHP siyasetinde bulmuştur; başarıyı sürdürmek için pragmatik davranmaya, icraata ağırlık vermeye ve sessiz kitlelere ümit ve hizmet götürmeye mecburdular ve bunu yapabildikleri sürece başarılarını sürdürdüler. Bu vakıa Türk sağının en güçlü ve en zayıf tarafını teşkil ediyor.

Gözlemlerimin doğruluğu hakkında teminat veremem; ama görebildiğim ve hissedebildiğim kadarıyla muhafazakar sağın seçmen kitlesi şu günlerde, -belki de tabii bir insiyakle- siyasi hayatla ilgisini, diplomatik bir tabirle "maslahatgüzarlık seviyesi"ne indirmiş durumda; isteksizlik, ilgisizlik, soğukluk, belki biraz da küskünlük. Maşeri şuur, bir kere daha şöyle veya böyle siyasi hayat dışına itilmiş olmanın verdiği incinme haleti ile bir suskunluk ve durgunluk periyoduna girmiş gibi görünüyor; bunun sebebi 28 Şubat sürecinden ibaret değil; galiba iyi, doğru ve yeterli temsil edilememiş olmanın yarattığı bedbinliğin de etkisi büyük.

Yeni hükümeti kurma çalışmalarının kamuoyunda büyük bir ilgi ve merakla izlenmekte olduğunu söyleyebilir miyiz? Sair memleketlerde büyük sosyal patlamalara yol açmasından endişe edilen iktisadi kriz bile bu manidar sessizliği kımıldatmıyor. Diğer yandan 18 nisan tarihinde yapılması yolunda kanun çıkarılmış olmasına rağmen, genel seçimlerin mutlaka erteleneceği yolundaki güçlü söylentiler de siyasete duyulan ilgiyi zayıflatıyor. Böyle bir durgunluğun, vadesi dolduğunda nasıl bir hareketliliğe dönüşebileceğini kestirmek de mümkün görünmüyor; çünkü Türkiye galiba artık günü birlik yaşamaya başladı. Muhtemel bir seçimin sonuçlarını şimdiden kestirebilmekten geçtik, Türkiye'de rasyonalitenin en ziyade kesifleştiğini zannettiğimiz işveren camiası bile bir aylık tutarlı projeksiyon yapabilecek görüş netliğinden mahrum gibi. İktisadi kriz ister Rus piyasalarından, ister içteki yapı bozukluğundan kaynaklanmış olsun fark etmez; işten atılmalarla yaygınlaşan hoşnutsuzluk yoğunlaştıkça, siyasetten ümidini kesmiş kitleler, bugünlerde öngörülemeyen bir sosyal travmaya sebep olabilirler.

"Süreç"i planlayanlar ve koordine edenler, bugüne kadar görülmedik çapta tahribata yol açabilecek böyle bir iktisadi krizi hangi politikalarla zararsız hale getireceklerini de hesaplamış olmalıdırlar veya en azından böyle olmasını temenni etmeliyiz. "Doktorculuk" oynamak bizde devlet seçkinlerinin en vazgeçilmez iptilalarından birisi; ama doktorculuk oyununun mantığı oyun içinde geçerli olsa gerek; bir bardak suda çalkalanan siyasi krizi anladık; ama eğer ilk ciddi sadmelerine maruz kaldığımız iktisadi kriz de doktorculuk oyununun bir parçası ise hünerin bu derecesine ancak şapka çıkarabiliriz; iyi de, bu hesapta öngörülmeyen bir kriz ise ne olacak?

1950 seçimlerinde seçmen, en azından kime karşı olması gerektiğini açıklıkla sezmişti; bugünkü manzara vuzuhtan uzak. Siyasi hayatın görünür ve gerçek aktörleri belirsizlikler içinde; ilk seçimde zuhur etmesi beklenen tepkinin adresi belli değil. Oyunun ipleri insanı ümitsizliğe sevk edecek derecede karmaşık hale geldi. Siyasete ilginin bu derece zayıfladığı devirler, yeni siyasi aksiyonların da fideliğidir aslında.

Garip bir tablo bu; hayr olur inşallah!