Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Değerli okuyucular, kusura bakmayınız; bu haftaki konumuz hiç de iç açıcı değil; aksine gönül karartıcı, hani o mâlum tabirle, "sahalarda görmek istemediğimiz türden hareketler"i konu ediniyor.

Gündemi biliyorsunuz, mâlum; onbeş gün ara ile birçok vatan evlâdını şehit verdik dağlarda. Ocağımıza ateş düştü; anaların yüreği yandı, babaların ömrü eksildi. Allah sabır versin; şehit annesi, şehit babası olmak da büyük mürüvvettir fakat dileriz ki artık kimse böyle acılı ve ağır bir imtihana uğramasın.

Ateş düştüğü yeri yakıyor fakat hepimizin içi acıyor. Birşeyler yapmak, tepkimizi dışa vurmak, hıncımızı birşeylerden çıkarmak istiyoruz.

Televizyon kanallarından biri manidar bir bağış kampanyası açtı. Bizim mahallede hemen herkes balkonuna, penceresine Türk bayrağı asarak tepkisini ortaya koyuyor. Gençler heyecana kapılıp ellerinde bayraklarla slogan atarak yürüyüş yapıyorlar, kimisi de Kayseri'de olduğu gibi vaktinden önce askere alınmak için dilekçe ile müracaat ediyor.

Kimisi de içindeki tepki enerjisini kendi zihninde icat ettiği düşmanlara yöneltmeyi tercih ediyor. İnternet ortamında şuna buna hakaret mektubu yazmak kolay, ucuz ve tehlikesiz olduğu için, kendi görüşüne göre düşman ve hain bellediği kişilere başlıyor küfretmeye.

Genellikle bu mektuplar evvela, hakaret edilecek kişinin Türk olmadığı hakkında vahim şüpheler ihtiva eden "hatır" cümleleri ile başlıyor. Ardından söz hükümete getirilerek, hükümetin -şu anda yazmama hukuki bakımdan imkân olmayan birtakım kelimelerle- ne kadar kötü, beceriksiz ve en hafif yorumla "gafil" olduğunu bildiren hükümler yer alıyor ve dolayısıyla hakaret edilen kişinin ne kadar adi bir hükümet yalakası olduğu ima ediliyor.

Daha sonra sıra geliyor gazeteye. Böyle Türklüğü şüpheli ve karışık birinin yazdığı gazetenin bu curnatadan yakasını sağ-salim kurtarabilmesinin imkânı var mı? Bu suretle gazetenin de ne kadar işbirlikçi ve hain olduğu yolunda da ileri geri lâflar sallandıktan sonra final kısmına geliyoruz...

Mektupların sonunda âdettir; iyiniyet ifade eden nezaket sözleri kullanılır; hakaretçiler bu haklarını başka türlü değerlendirmeyi tercih ederek anne ve babamızın, bütün geçmişlerimizin aslında iyi birer insan olmadıkları yolunda görüş ve niyetlerini belirtiyorlar.

İsim, adres?..

Yok; olsa ne çıkar; öyle bir alışkanlıkları bulunmuyor hakaretçi takımının (hoş ismini adresini verse de yapılabilecek fazla bir şey yok). E-Posta marifetiyle hakaret suçundan mahkemeye verilmiş veya hakkında takibat yürütülmüş vaka sayısı, bilmem ki bir elin parmaklarını bulmuş mudur Türkiye'mizde...

Bu da böyle bir vatanperverlik kavrayışı işte!

Haa, vatanseverliğini başka türlü isbat gayretine girenler de yok değil...

Bunlar, hazır eli değmişken ve aklına gelmişken özene bezene hazırladığı vatan hainleri listesini sevabına sağa sola gönderiyor.

Falanca: Annesi bilmem kim, babası felanca... hain...

Sorumluluk yok, tehlike yok, hakaret ve iftiralarından ötürü kanun önünde hesaba çekilmek riski yok; ee, işin ucunda rûz-ı mahşerde bir başkasının hakkını ketmetmek, iftiradan ötürü sigaya çekilmek var ve bu hesap, kanun önünde hesap vermekten daha ağır ama müfterinin o kadar şuuru ve basireti olsa...

Bir başkasını hainlikle veya benzer hakaretlerle suçlamanın maliyeti günümüzde pek basit, pek kolay ve pek ucuz. Böylelerinin arka planında ne türlü eziklikler, ne vahim şahsiyet çatlakları ve acı ruh yamulmaları gizlendiğini tahmin etmek de fazla zor değil, fakat neye yarar; içimizden bazılarının böyle acınası zaaflarla mâlul bulunması da bir başka türlü sebeb-i hicran değil midir?

...

Bir insanın kendini bir başkasına isbat zorunda hissetmesi ne kadar izzetinefsi örseleyen bir haldir, ne kadar acıdır.

Bu durum bana hepinizin bildiğini tahmin ettiğim eski bir espriyi hatırlatıyor; birbiriyle pek iyi geçinemeyen iki doğu şehri arasındaki yarı tatlı, yarı ciddi çekişmeye dair bir espri! Bundan otuz sene öncesine dair bir fıkra...

A şehrinin yolu B şehrinden geçiyor. B şehrinin kabadayıları, otobüs durağında yolcuları gözden geçirip A şehrinden kimse olup olmadığına bakıyorlar. Sonunda A'lı olduğunu tahmin ettikleri bir delikanlının etrafını çevirip başlıyorlar sorgu suale,

-Nerelisen?

-C vilayetindenem!

-Peh de benzemirsin fekat mühim değildir; hele ohu bakalım Elham'ı..

Başına gelecekleri az buçuk kestiren genç başlıyor hatırlayabildiği kadarıyla kem-küm Fatiha Suresi'ni okumaya...

Zavallı genci sigaya çeken kabadayı, gururla yanındaki avânesinden birine sesleniyor,

-La helem bir bah bahıyım, toğri mi okidi?

...

Bir pazar sabahında sizi böyle sevimsiz bir meseleyle yüzyüze getirdiğim için doğrusu kendimi hiç de mutlu hissetmiyorum. İnşallah milliyetçilik hissinin en çiğ haliyle sokağa döküldüğü şu sıkıntılı günleri hayırla geçer, hakiki milliyetçiliğin kültür, nezaket, üretim ve emekle mümkün olabildiğinin anlaşıldığı bir safhaya erişiriz.