Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Başka illerde doğalgaz altyapı inşa çalışmalarının nasıl yürütüldüğüne şahit olmadım; İstanbul o bâdireyi atlatalı çok oldu. Bugünlerde doğalgaz altyapı çalışmaları Anadolu taşrasına yayılıyor ve "şehir-insan-belediye" ilişkilerinin tabiatına dair yeni gözlemler geliştirmek imkanları doğuyor.

Kayseri, Eskişehir ve Samsun'da bu işlerin vaktiyle nasıl yürütüldüğünü merak edip sordum. Belediyeler yüklenici firmayla, şehrin akışkanlığını ve gündelik hayatını ne ölçüde ve hangi zaman içinde aksatabileceklerine dair ciddi sözleşmeler yapmışlar. Bir şehre doğalgaz getirilmesi medeni bir nimetse elbette külfeti de olacak ama nereye kadar ve hangi ölçüde? (Bu arada müteahhit yerine kullanılmaya başlanan "yüklenici" kavramını isabetli bulduğumu ifade etmeliyim; yerinde karşılıklar Türkçeye kolaylıkla tutunuveriyor.)

Sivas'ta doğalgaz altyapı çalışmaları, bir yerlerde merkezi plan yapıldığını imâ etmeyecek tarzda savruk, ağır ve lâkayd bir edâ ile sürdürülüyor. Bu konuda yüklenici firma ile belediyenin ortak olmasının nasıl bir tesir icra ettiğini bilmiyorum. Mahalli basın, bir ucu belediyeye veya vilayete dokunacak meselelerde geleneksel pısırıklığını sürdürmekte. Geçenlerde, belediyenin kiraladığı bir işyerinde faaliyet gösteren bir mahalli televizyonun kendine "enkırmen" havaları veren tuhaf spikeri, seyredenleri bir güzel haşladı, diyor ki: "Nimet olacaksa külfet de olacak ve siz buna katlanmak zorundasınız; ağlayıp sızlanmak yok. Ne yani, bu boruların havadan şeffaf hatlarla geçirilmesini mi bekliyorsunuz!" Kelimeler değişik olabilir, mânâ aynen böyle. Bugünlerde otomobil kullanmak zorunda olanlar için Sivas'ta bir yerden bir yere ulaşmak, tesadüfi, çileli ve önceden belirlenmemiş saçmasapan güzergâhlarda sinir törpülemekle aynı anlama geliyor. Plansız ve rastgele yol kapatmalar yüzünden şehrin ortasında bir adada mahsur kaldığınız bile oluyor. Esnaf ise faaliyet ancak kendi dükkânı önüne geldiğinde yarım ağızla mırın-kırın ediyor. Azami bir veya iki günde bitirilmesi gereken çalışmalar on güne uzuyor, çöp kamyonlarının giremediği adacıklarda çöpler birikip kokuşuyor. Trafiğe açılan yollar, iki metrede bir mutlaka rastlanan iyi kapatılmamış çukurlar ve "hoplatmaç" tabir edilen garip icat ve aşırı tozlanma yüzünden ömür tüketiyor âdeta. Anlayacağınız bugünlerde Sivas'ta mahalli bir seçim olsa, bana göre iktidar partisinin şansı dibe vurmuş durumda. Doğru mudur, yanlış mıdır bilmem, "Siz benim şahsıma oy vermediniz, partime oy verdiniz" lâfı dilden dile geziyor. Bu kötü intibaların şehirde yapılacak ilk seçimde sandığa nasıl yansıyacağını kimse kestiremez; çünkü ortada "şehir ve şehirli"nin bulunduğunu hatırlatacak kuvvetli emâreler görünmüyor. Neredeyse istisnasız her yolun her iki istikametine araba park edildiği, yollarında şehir içi taşımacılık yapan traktörlerin, at ve eşek arabalarının fink attığı, kimseye haber verilmeden trafik akışının günaşırı sürpriz tarzda değiştirildiği ve bilcümle ahvalden sivil toplum kuruluşları da dahil kimsenin sızlanmadığı irice bir kasabadan söz ediyoruz netice itibarıyla. Bu gibi yerlerde siyasi kanaatleri rasyonel girdiler tayin etmiyor, bilakis irrasyonel beklentiler daha belirleyici oluyor. Açıkçası bana dayanılmaz gibi görünen şikayet konularının, çoğunluk tarafından "nimet varsa külfet de olacak; sabredelim, geçer" şeklinde algılanması da mümkündür pekâlâ. Önceki gün esnafın biri yolumu çevirdi, elini göstererek, "elim kırılaydı" diye sızlandı. Ben de kendi elime baktım, "elimi seveyim" dedim.

... Şehir kültürü dediğimiz şey bugünün Türkiye'sinde yaşanan her olumsuzlukta, her aksilikte eksikliğini kuvvetle hissettiren bir birikim; ne var ki çoğumuz, yokluğunun farkında bile değiliz henüz.