Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Her sene aynı panayır gösterisinin, aynı ortaoyununun sergilenmesi çoktandır kabak tadı verdi; ne var ki bizimkilerin bu şaklabanlıkları bu derece ciddiye almasının ciddiye alınır tarafı kalmadı.

Ermeni lobisi gerek Avrupa'da gerek ABD'de konjonktürü müsait gördüğü her demde bir jenosit karar tasarısı gündeme getirir. Her defasında başta Hariciye erkânımız olmak üzere koca devletimiz bu diplomatik manevralar karşısında kaskatı kesilip nüzul geçirmişe döner. Bir öfke nöbeti, bir haksızlığa uğramışlık duygusu ve bir korunma refleksiyle hemen "sadece kendi kamuoyumuzu aydınlatmaya yarayan" itiraz kampanyaları başlar. Bu derece fevrî ve heyecanlı tepkilerle aslında Ermeni lobisine "yumuşak karın" gösterildiği nedense hiç düşünülmez. Ermeni lobisi ise, dilencilerin kendi sakatlıklarını ekmek teknesi haline getirip kendi uzuvlarını sömürmeleri gibi beynelmilel camiada para eden yegâne "trajedi"lerini, uygun konjonktür kollayarak kapı kapı pazarlarlar. Her soykırım cayırtısından bir müddet sonra mesele unutulur; seçim arifelerinde yeniden ısıtılıp servise konulur; biz de aynı tepkileri bir şartlı refleks intizamı içinde tekrarlar dururuz.

Amerikan Temsilciler Meclisi'nin bu meseleyle ilgili alt komisyonunda ilgili karar tasarısının kabulü ne anlama geliyor ve biz bu kabule hangi anlamı veriyoruz? Bu sualin cevabı, soykırımla itham edilmekten daha ağır siyâsî külfetler ihtivâ ediyor bana göre. Tarihçi sıfatını taşımaya layık (yerli"ecnebi fark etmez) herkes, Ermeni meselesinin aslını astarını biliyor. Bu problemi sömürmek Ermeni lobisinin tek maişet vasıtası. O alt komisyon tarih yazmıyor; neticede hangi karara varırsa varsın bu "siyasi" bir karar olacak ve tarihi olgu yerli yerinde kalacaktır. Aleyhte bir kararı bir düşmanlık gösterisi gibi algılayabiliriz ve o durumda gereğini yerine getiririz; fakat meselenin her gündeme gelişinde, Ermeni lobisinin sızlanmasını andırır tarzda kontr"sızlanma ve öfke nöbetlerine kapılmak doğrusu "devlet mehabeti"ne yakışmıyor. Sûretâ haklı gibi görünen, "bırakalım da adamlar istedikleri kararı çıkarsınlar mı?" çıkışının cevabı şudur: "Bu devlet daha ne kadar zaman Ermeni lobisinin periyodik kampanyalarına endekslenmiş bir şekilde savunma gardında kalacaktır?"

Akıl karışıklığına mahal yok; 1915 yılında Anadolu Ermenilerinin bir cüz'ü, şark mıntıkasında genişleyen Rus işgalinden destek ve müsamaha görerek müslim komşularına bıçak çektiler. Şartlar tersine dönünce aynı mahiyette karşılık gördüler. Bu hadise I. Dünya Harbi'nin en müessif trajedilerinden biridir ve her iki taraftan da binlerce insan ezâ ve zulme tâbi kalmıştır. Tarihî kayıt ve şâhitlikler, Ermeni cemaati ile Müslüman nüfus arasında günün birinde mutlaka indifâ etmesi beklenen bir gerginliğin mevcudiyetini göstermiyor; tam aksine Ermeniler, Osmanlı toplumu içinde merkezî yönetim ve Müslüman ahali ile en ziyade imtizâc eden, yerli kültürü neredeyse tamamen paylaşan ve ona katılan, bu vasıflarından ötürü "tebâ"yı sâdıka" diye anılan "problemsiz" bir topluluktu. Nitekim Anadolu Ermenilerinin tamamı bu politik ve kanlı çatışmada taraf olmamışlardı; yerli ahalinin de Ermeni cemaatine karşı an'anevi bir kin beslemediğini, hatta bu harekete katılmamış Ermenileri korumaya çalıştıklarını hâlâ berhayat şahitlerin şehâdetiyle biliyoruz. Çatışma politikti ve çok kanlı cereyan etti. Bugün bize düşen, vâkıayı bütün tarihi hakikatiyle kabul etmektir. Kendi nâmıma, Ermeni hâdisesinin hiç cereyan etmemiş olmasını tercih ederdim; zira Ermeni nüfusunun XX. yüzyılın ilk ve ikinci çeyreğinde tedricen Anadolu'yu terk etmesi, "sırf iktisadi nokta"i nazardan bakılacak olursa" üretkenlik potansiyelimizi düşüren, üretim ahlâk ve geleneklerini zaafa uğratan ve nüfusumuzun mesleksizleşmesini hızlandıran bir tesir yapmıştır. Kaldı ki Ermeniler, tarih boyunca Anadolu'nun müslim ahalisi için pratikte "öteki"ni temsil ettiler ve neredeyse efsâne haline getirdiğimiz Osmanlı tesâmuhunun pratik nesnesi mevkiinde idiler. Şu veya bu şekilde Ermeni ve Rum nüfusunun Anadolu'dan çekilmesi, Anadolu'yu, "öteki"nin pratiğinden mahrum kalmak anlamında tekilleştirdi. Bu görüşün, "nüfusun millileşmesi" siyasetinde taraftar olanlar nazarında hoş karşılanmadığını biliyorum; Millî Mücadele ertesinde göç, iskân ve mübadele hareketlerinin tarihi ve içtimaî birer zaruret olduğunu da kabul edebilirim; fakat netice itibariyle, asırlarca birlikte yaşadığımız bu unsurlarla hiç kavga etmemiş olmak daha çok işimize geliyordu; işte bu nokta mühim ve bu noktanın altını çizmek istiyorum.

Devletin Ermeni meselesindeki refleksi ile benim nokta"i nazarım farklı; devlet, yakın tarihle yüzleşmeye ve onunla birlikte yaşamaya hazır olduğunu henüz kabullenemedi. Dış gözlemciler nazarında kendi tarihini "tathir" ameliyesine tabi tutanların, "öteki"lerin tarihinde dürüst ve komplekssiz davranabileceğine ihtimal verilmiyor; Ermeni meselesinde devletin tutumu, birkaç asabi tavır gösterisinin teşkil ettiği zaaf dışında tarihi gerçeklerle ahenk içinde olmasına rağmen, beynelmilel camiada samimi bir kabul görmüyor: Batılılar olsun, Amerikalılar olsun, Ermeni meselesi mevzubahs olduğunda bize zımnen, "geçmişi kirli olmasına rağmen politik ve iktisadi münasebetleri zedelememek uğruna iyi geçinmek zorunda kaldıkları müttefik" muamelesi yapıyorlar. Doğrusu beynelmilel münasebetlerde Türkiye'ye göre "karşı taraf"ı temsil eden devletler açısından bu psikolojik zaafımız, çok kullanışlı bir pozisyon hatâsıdır ve esasen bu zaafımızı Fransızlar da, Amerikalılar da yıllardan beri tepe tepe kullanıyorlar.

Ermeni meselesinden ötürü uğradığımız psikolojik ve diplomatik zarar, kendi hakikatimizle ve tarihimizle yüzleşememekten ötürü mâruz kaldığımız ziyandan daha ağırdır; bu inceliğin devlet katlarında ve diplomatik mahfillerde lâyıkıyla anlaşılabildiği kanaatinde değilim, aksi olsaydı, bugün sistematik olarak başımıza kakılan bir Ermeni meselesi kalmazdı. Ne var ki bugün bile yaşayan nüfusunun neredese yarısından fazlasına şüpheyle bakan bir idari anlayışın, tarihi meselelerde komplekssiz davrandığına kimseleri ikna edebilecek durumda değiliz: Tarihi hakikatler bizi doğrulasa bile! Zira altın kaidedir; siyaset esnafının indinde bir olgunun gerçekte ne idüğü değil, onun nasıl anlaşıldığı ve algılandığı önemlidir.