Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Şimdilerde ancak attar dükkânlarında bulunabiliyor. Adı konusunda farklı söyleyişler var: Kimine göre ‘Meyan'. ‘Beyam' denildiği de oluyor, ‘Miyam' da. Yaprağından çok köküyle meşhur bir bitki.

Sılâ-i rahim vesilesiyle gittiğim memleketin çarşısında, tadına doyulmaz bir ikindi gezisi esnasında bir seyyar satıcı tablasında rastladım beyam köküne. Misvak diye bildiğimiz köke çok benziyen ve beş-on santimlik parçalar halinde satılan bu kök, mevsimi gelince bollaşır, okul önlerinde üç-beş kuruş mukabilinde öğrencilerin istifadesine sunulurdu. Tadını birkaç kere denemiş ama ağır rayihâlı tadından pek hoşlanmamıştım. Meraklısı boldu yine de. Uç kısmını, aynen misvakta olduğu gibi çakıyla açtıktan sonra çıkan lif kısmı ağızda çiğnenir, sarı renkli tatlı usaresi emilir. Renk maddesi o kadar güçlü olmalı ki ağız içini kolayca sarıya boyar.

Yarıdan çoğu margarin yağından mamul çikolataların eni-konu lüks tüketim sayıldığı ve kıt olduğu bir devirde beyam kökü, fukara takımının başlıca eğlenceliğiydi. Artık hazret, tıbbî faydaları beslenme uzmanlarınca onaylandıktan sonra fukara eğlencesi olmaktan çıkmış, alternatif tıbbın ve lezzetli tatlıların tamamlayıcısı haline gelmiş bulunuyor.

Eskinin fukara yemişi beyam kökü adına büyük terakki!

KREPON KÂĞIDINDAN KEDİ MERDİVENİ

Krepon kâğıdı denilirdi. Onunla önce okulumuzda tanıştık. Her milli bayram gününde öğretmenimizin tembihi üzerine kırtasiyeciden birkaç renk krepon kâğıdı alır, sınıfta hep birlikte bu kâğıttan zincir süsleri (Kedi merdiveni) yapıp pencerelere, duvarlara asardık. Düğün salonlarını, gelin faytonlarını, atları, Kurban Bayramı'nda nişanlı kızlara giden koçları vs. süslemekte de kullanılırdı. Normal kâğıttan biraz daha dayanıklı, enine doğru sıkıştırılarak kırıştırılmış boyalı bir kâğıt türü.

Bu kâğıdın en eğlenceli ve bir o kadar da hazin kullanılış biçimini ailemizin yaşlı hanımlarından duyardık,

  • Eskiden makyaj nedir bilmezdik, derlerdi. “Süslenip erkeklerin karşısına çıkmak zinhar ayıp, hatta günahtı ama kadın eğlencelerinde genç kızlar, birazcık krepon kâğıdını ıslatıp yanaklarına hafifçe sürterek allık yerine kullanır, solgun çehrelerine biraz pembelik kazandırmaya çalışırlardı!”

Rujun, allığın, göz farının nimetten sayıldığı yokluk günlerinde makyaj malzemesi!

LOKUMLU PÜSKEVİT HIFZISIHHAYA KARŞI!

İlkokul öğrencilerinin en favori atıştırmalığıydı lokumlu bisküvit. Şeklinden ötürü ‘finger' (parmak) diye bilinen dikdörtgen şeklindeki iki bisküvitin arasına ezilerek sandviç malzemesi gibi yatırılır, daha sonra bakkal amcalar onu renkli –ne kâğıdıydı o?- ha, renkli jelatin kâğıdına sarıp iki ucundan bükerek beş kuruşa satarlardı. Bugünün öğrenci velileri çocuklarına karşı son derece hassas ve titiz; eminim ki bakkaldan çocuklarının bakkal amcalarının ‘tertemiz elceğiziyle' hazırladığı bu alaturka atıştırmalık tatlıdan aldıklarını bilseler kıyametleri koparırlar!

O günlerde halk sağlığı diye bir şey bilinirdi elbette; hatta Ankara'da enstitüsü bile vardı. Hıfzısıhha Enstitüsü! Kavram olarak bilinirdi ama artık rahatlıkla söyleyebilirim ki elli sene önce filan halk sağlığı hakkındaki duyarlık, bakkalda satılan ürünlere kadar düşmemişti ve daha ziyade sıtma, kolera gibi salgın hastalıklar söz konusu olduğunda hatırlanırdı! Yoğurdun, sirkenin, zeytinyağının kepçeyle; salçanın, tereyağının kaşıkla satıldığı günlerden bahsediyoruz.

Sağlığa uygun ambalaj buluşu sonraki zamanların ürünü olmalıdır.

GEVREK GEVREK BİR GEVREK

On sene kadar önce tatile giderken yolumuz Niksar'dan geçmişti de çarşıda biraz soluklanalım derken bir fırın camekânında onu görünce nasıl eski bir yitiğimizi bulmuş gibi sevinmiştik!

Gevrek bilir misiniz? Tamamen göğe çekilmedi, bazı fırınlarda hâlâ üretiliyor. Niksar'daki fırıncıdan dükkândaki bütün gevrekleri satın aldıktan sonra, “Nasıl yapılıyor bu leziz şeyler?” diye sormuştum. Sırrı ve lezzeti, hamur suyuna katılan nohut mayasında imiş. Hamur mayalandıktan sonra ekmek gibi pişiriliyor, biraz dinlenip bayatlamaya yüz tutulunca dilimler halinde kesilip yeniden fırına sürülüyor. Gevrek bu işte. Okul önlerinde, simitçi tablalarında on kuruşluk bayat simitlerin yanında gevrek de satılırdı.

O ne lezzetti!

MUZIR AMA BÜYÜLEYİCİ BİR RAMAZAN ŞEKERLEMESİ

Ramazan mevsiminin olmazsa olmazıydı o; küçük tahta çubukların ucunda nasıl bir ustalık hüneriyle şekillendirildiğine yıllarca akıl erdiremediğim rengârenk horoz şekerleri. Acı yeşilli, kan kırmızılı, sarılı, beyazlı ve bazen iki-üç renk bir arada ve ille ki horoz şeklinde. Çocukların kalbini fetheden bu muzır tatlının en favori biçimlisi horoz şeklinde olanıydı ama özel kalıplarda koyun, tren, kaz, ördek şekliyle döküldüğü de olur ama onlar biraz daha pahalı satılırdı.

Çocuk oruçlarının en büyük mükâfatı buydu. Eve genellikle avuç büyüklüğünde Tokat çöreklerinin üstüne üçü-beşi saplanarak getirilen horoz şekeri sadece küçüklerin değil, ‘tadı nasılmış bakayım' diye utangaç bir girizgâhla eski bir ağız tadını hatırlamak isteyen büyüklerin de hoşlandığı bir Ramazan eğlenceliğiydi ve elbette muzır bir şeydi.

Yaz aylarında saatlerce tezgâh üstünde müşterisini bekleyen bu renkli şekerlerin çarşı tozundan yeterince hissedar olduğu da bu hesaba katılmalıdır!

KIKIRDAKLI ÇÖREK

“Nerede eski tereyağları; onların tadı bugünün hijyenik ambalajlı çiftlik ürünlerinde kesinlikle yok” diyerek eskiyi hasretle yâd eden büyüklerimiz kısmen haklıdır, zira tereyağı dünün Türkiye'sinde en azından hali-vakti yerinde ailelerin mutfağına giren bir gıda idi. Orta hallinden biraz daha kıt gelirli aileler, daha ucuz olduğu için kesim hayvanlarının iç yağını bir kazanda eritip yemek yağını bereketlendirirlerdi. İç yağıyla yapılmış bir yemeğin bugün fukara sofralarında bile lezzetli bulunabileceğini tahmin etmiyorum. Kokusu ve tadı ağırdı.

İç yağı kavrulduktan sonra erimemekte inad eden küçük yağ parçaları en büyüğü nohut cesametinde kavruk parçalar halinde kalırdı ve rahmetli halacığım ‘Kıkırdak' adı verilen bu kavruk yağ parçalarından çörek yoğururdu. Ben pek tutmazdım ama mutfak kültürümüzün en ağırbaşlı ve değerli çöreklerinden biriydi.

...

Eski lezzetler, eski hâtıra nesneleri bunlar; yaşı benimkine yakın okuyucular bu listeyi eminim ki yetersiz bulacaklar, haklı olarak “Filancadan bahsedilmemiş ama” diye yakınacaklardır. İstedim ki siz de kendi mazinizi yâd edip, kayıp lezzetlerin izinde zihni bir yolculuğa çıkasınız; yeniden ele geçirmek için değil, sadece şahsi geçmişimizin aslında ne kadar zengin ve geniş olduğunu hatırlayabilmek için.

Yıllar sonra hatırlayabildiğimiz bu küçük ayrıntılar, gitgide küçülen şahsi tarihlerimize şaşırtıcı ve heyecan verici yeni hacimler ilâve ediyor. Sanki daha çok yaşamış gibi oluyoruz.

En azından benim için böyle...