Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Bembeyaz ve masum bir yalan

Ramazan orucuna ilk dokunduğum çocukluk yıllarında mevsim kıştı; artık mislini pek görmediğimiz o meşhur çatayaz kışlardan biri. Ve ramazan o kadar hükmedici, kuşatıcı ve âmir bir gerçeklikti ki aklı ermeye başlayan her yaşıtım gibi ben de büyük bir hevesle ramazan geleneklerinin ve ikliminin tam ortasında yerimi almak isterdim. Bu gibi hâllerde büyüklerin, "dayanamaz, zayıf kalır" endişesiyle çocukların oruç tutmasını engellemek için başvurdukları o masum yalanı hatırlıyorum:

  • Elbette oruç tutabilirsin, ama oruç çadır gibidir. Tam orta yerine bir direk konulmazsa ayakta durmaz ki!
  • E, peki ne yapacağım o zaman ben?
  • Bizimle birlikte sahura kalkacak yemeğini yiyeceksin, ama öğle zamanı gelince orucun tam orta yerine bir direk dayayacaksın...
  • Yani?
  • Yanisi şu; öğle yemeğini yedikten sonra akşama kadar yine oruca devam edersin.
  • İyi, ne güzel!

A, kuşa bak!

Böyle kaç defa oruç tuttuğumu bilemem, ama o oruçların ne kadar salih ve ivazsız (karşılıksız) olduğunu tahmin etmek zor değil; hele iftar saatine yakın demlerde (zamanlarda) çarşıdan evlerine dönen erkeklerin, sanki yüzgörümlüğü imiş gibi haklı bir itina ile ellerinde tuttukları çöreğe dizilmiş horoz şekerlerini hak etmek için öğleyle akşam arasını tam bir oruçlu gibi sabırla geçirmenin manevi lezzetini de hesaba katınız.

Bir gün orucun tam ortasına hatırı sayılır bir direk verdikten birkaç saat sonra eski bir masanın çekmecesinde, rahmetli halamın mutlaka bizler için sakladığı kâğıt fişek içindeki mevlit şekerlerini görünce, müsaade istemeye bile lüzum hissetmeksizin hepsini afiyetle yemiş, son şekerde ne yaptım, ben oruçluydum; eyvah orucum bozuldu!' korkusuyla halama koşup suçumu itiraf etmiştim.

-Korkma, bir şey olmaz; bilerek yememişsin ki, o şekerleri sana Allah ikram etmiş. Artık iftara kadar bir şey yemezsen orucun yine oruçtur, merak etme!

Ne kadar rahatlamış, orucu ne kadar sevmiş, benim gibi çerden-çöpten zayıf bir çocuğa, üstelik şeker sevdiğini bildiği için 'ikramda bulunan'a nasıl şükran duymuştum. Biraz daha palazlanıp da yalansız-ivazsız oruca ehil olduğum Ramazanların akşama yakın saatlerinde su koyuverip: "Dayanamıyorum, orucu bozacağım." diye sızlanmamış olanımız var mıdır?

Öyle zamanlarda ablalarım beni sırtlarına alıp sokağa çıkarak koca mahalleyi gezdirir, "A, şuna bak." gibi dikkat dağıtıcı sözlerle minicik ve takatsiz sabrımı nasıl da takviye ederlerdi.