Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Malatya'dan gelen haber inanılır gibi değil; misafir tribününde oturan Elazığlılar şöyle bir pankart açmış: "Ne Ermeniyiz, ne Malatyalıyız... Biz Elazığlıyız, Türkiye sevdalısıyız." Hani o meşhur lâf vardır ya, "kendini bilmez üç-beş kişi" diye; durup durup bir lâf ederler, kırk akıllı işin içinden çıkamaz; aynen öyle bir durum.

Vaktiyle maçlara giderdim ara sıra, böylelerinin yüzünden terkettim. Ofsaytı bilmez, faulu, avantajı bilmez ama futbol hakkında ahkâm keser, onunla da yetinmez hakeme, rakip takıma, o takımın temsil ettiği memlekete galiz küfürler savurur.

O zaman şöyle düşünmüştüm: "Ben buraya ait değilim ama küfürbaz cahiller buraya ait; öyleyse ben burada olmamalıyım".

Stadyumu terketmek kolay ama şu "birkaç kendini bilmez"in, sanki çok çarpıcı bir espri imiş gibi icat ettiği şu "bölücü" pankarttan sonra, "içimizdeki beyinsizler yüzünden bizi helâk eder misin Allah'ım" niyâzına mâsadak bir davranışla memleketi bile terk edesi geliyor insanın. "Adı, sıfatı, aidiyeti her ne ise ben ondan değilim; öyleyse burada olmamalıyım" diye düşünüyorsunuz. Nereye gideceksiniz; nereye sığınacaksınız, hangi akıl, vicdan ve barış yurduna hicret edeceksiniz?

Beraber yaşama edebini tâlim etmek, iskambil kağıtlarıyla şato kurmak gibi zor ve zahmetli; bu edebi yıkmak ise bir fiskelik şey. "Ne Ermeniyiz ne Malatyalıyız.." hangi mânâya geliyor? Komşu iki beldenin ahalisi birbirine böyle gadr eder mi; Ermeni lâfzı böyle hakaret kasdıyla kullanılır mı?

Bu sütunlarda haylidir eleştirdiğim zevâtı zihnen şöyle bir düşündüm; ekseri Türk çıktı. Bu noktada Türk veya başka bir şey olmanın anlamı yok demek ki; anlam yapıp ettiklerimizde. Bu pankartı açanlar, daha yarım saat evvel Ergenekon'dan kopup gelmiş halis-muhlis Türk olsalar ne olur ki? O sıfatı akılla, imanla, bilgiyle vicdanla, yüksek insanlık değerleriyle imtizâc ettirmedikten sonra Türk'ün Türklüğü, Kürt'ün Kürtlüğü kaç para eder? Öyle aidiyeti paylaşmasam da olur.

Türklüğü, Kürtlüğü, Arnavutluğu, Gürcülüğü kendimiz seçmiyoruz; bu sıfatları kazanmak için ayrıca emek vermeye de gerek yok; önemli olan o zeminin üzerine neler koyabildiğimiz, yani emekle, empati ile, fedâkarlık ve anlayışla, yeri geldiğinde tahammül ve sabırla kazanılacak vasıflardan söz ediyorum. İnsanın nitelikleri yücelten şeyler doğuştan değil, emekle kazanılan vasıflardır.

İşte onun için yaşadığı saçmalıklardan usanıp, zihnen "hicret edecek bir melce" düşündüğünde yine de bu topraklardan gayrısını hicrete lâyık bulmayan Hrant Dink'i, kardeşini, komşusunu akrabasını çirkin imâlarla aşağılayan o "üç beş kendini bilmez"den daha çok fikrime, zihnime ve tabiatıma yakın buldum ve farkettim ki Dink'in memleketine duyduğu bağlılık, benim ülkeme sadâkatimden kesinlikle daha az değildir, hattâ daha fazladır.

Neyi tartışıyoruz biz; milliyetçiliği mi? Hrant Dink'in bu ülkeye ve topluma fiili hizmeti değme ulusalcıdan, Türkçüden fazla görünüyor ve aidiyetimin üzerine koyabildiğim sair değerler, benim bu hakikati söylememi emrediyor. Ne olur yapmayınız böyle şeyleri ey "kendini bilmez üç-beş kişi"; zâlimlerden olmayınız, nefsinize zulmetmeyiniz. Karşılığı emek cinsinden bizzat ödemediğimiz hiçbir sıfatı ve aidiyeti baba malı kabul etmeyiniz. Fikirlerinizi, dünya görüşünüzü şahsi emeğinizle inşâ ediniz; o zaman göreceksiniz ki başkasını suçlamak, göründüğü kadar kolay bir şey değildir; "anlamaya" başladıkça sorumluluğunuzun arttığını hayretle farkedeceksiniz.

Kalabalık olmayınız; önce tek başınıza bir "ferd-i vâhid" olunuz; sonra ne isterseniz onu tercih edersiniz ama göreceksiniz ki artık eskisi gibi olmayacaksınız.