Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

"Devletimiz güçlüdür" sözünü, artık, "devlet güçlü olmak zorundadır" anlamına tercüme ederek algılamak gerekiyor.

Üniter devlet modeli, hasseten güçlü olmak zorundadır; kamunun koyduğu her nevi hüküm ve standartı, ülkenin her yerinde aynı tesirle, eşit derecede hükümfermâ kılmak güçlü (güç kavramı bu noktada "adl" ile beraberdir; âdil olmayan güç "zulm"dür) olmayı gerektirir çünkü.

Hayır, Türkiye Cumhuriyeti Devleti güçlü değil; bu cümleden hareketle, "güçlü değilsek üniter devlet modelinden vazgeçelim" mânâsı çıkarılmamalı; federatif bir model Türkiye"yi lime lime eder ve telaffuzu bile yakışıksızdır. Devlet adına bir kamu otoritesi (gücü) tesis edip onu etkili, âdil, verimli ve neticede insanları mümkün olan en geniş serbestî dairesinde mutlu kılmak ilk bakışta siyasi bir problem gibi görünüyorsa da aslında medenî bir meseledir; medenîliğin siyasi boyutu böyle tecelli eder. Kamu otoritesini bu tarzda tasarruf etmenin medenî bir boyut teşkil ettiğini bugüne kadar pek telaffuz etmiş sayılmayız. Türkiye Cumhuriyeti, varlık sebebini, kendisini mahvetmek isteyen dış düşmanlara karşı galebe etmekle izah etti; daha sonra dışardan ve içerden devlete yönelen tehditlerin ardı arkası kesilmedi. Mütemadiyen düşman tehdidi altında altında bulunmak varsayımı, devletin kaba güç kullanmasını meşru kılan bir mazerettir lâkin devlete lâzım olan asıl güç karakteristiği, düşmanları caydırmak ve yıldırmak kadar devletin vatandaşlarında âdil, etkili, verimli ve mümkün mertebe azamî serbestîye dayanan kamu otoritesinin uyandıracağı hoşnutluk ve gönüllü destektir. Devlet işte bu mânâda güçlü görünemiyor çünkü kamu otoritesi kavramını behemahal çıplak güç gösterisi olarak anladı ve algıladı ve bu güç müteaddid aralıklarla toplumu teşkil eden vatandaşlara da yöneldi.

İçinde yaşadığınız zaman, size bir soru sorar; "nasıl yönetiyorsun?" Derler meşhur Haccâc-ı zâlim bu suale kendi vaktinde şöyle cevap vermiş: "Yönetim ya ilimle olur, ya zulümle; benim ilmim yoktur, zulmü tercih ettim". Yanlış fakat samimi; samimiyet her zaman vaziyeti kurtarmaya yetmez; cevabın her mânâda âdil, müessir ve bereketlendirici olması lâzım. Böyle cevap verene "medenî" derler. Sair cevaplar ise "lâl" cinsinden.

Gücün zarâfete, üslûba, temkine, bereket ve adâlete bürünmesi, sahibinin nefsî itminânını gösterir. Bir kılıç her zaman, "kessin, parçalasın, delsin" diye dövülmez; kınında yattığı zaman gördüğü iş, sıyrıldığında gördüğü hizmetten daha fazladır. Ancak yaptığı işten emin olmayanlar ve bulunduğu iktidar mevkiinde kendini rahat hissetmeyenlerdir ki sahip oldukları gücü hoyrat bir edâ ile başkalarına hissettirmek ihtiyacı duyarlar.

Bu hâl ve gidiş üzre devletimizin bir seksen sene daha pâyidar olma ihtimâli var mı? Ben devlete ebedîlik ve kudsiyet atfedenlerden değilim lâkin devlet fikrinden rutûbet kapan eblehler arasında da olmadım hiç. Onun ömrü de, istikameti de, üslûbu ve üzerine yaslandığı temel felsefe de beni fevkalâde ilgilendiriyor ve bu şuur içinde şu suale gönül ferahlığı ile "evet, hay hay" diyememenin ezâsı içindeyim; zira farkındayım ki devletin zaafı, sadece devletin şurasına burasına postu serip oturmuş daimi iktidar seçkinlerinin zaafı değildir; toplumu da târif eden ve niteleyen bir düşkünlük hâlidir. Birlikte sulh, bereket ve adâlet içinde yaşama irâdemizin zaafa uğramasından benim şahsî hisseme düşen yüz kızartıcı bir pay vardır. Medenî bir vazifeyi başaramamak utancı!

Faşistliğin lüzumu yok; ama devlet üzerine düşünelim biraz; ağaçlar ormanı kaybettirmesin.