Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

En son neyi, kimi, nereyi fethetmişiz; bir de böyle bakmalı. Asker zoruyla bir yere girmek mânâsını tercih ederseniz Kıbrıs Harekâtı gelir akla; aradan geçen otuz seneden sonra -çoğunluk itibariyle- Kıbrıs Türkü bile bu fetihten pek memnun görünmemektedir.

"Açmak, nüfuz etmek; meâline âşina, anlamına hükümrân olmak" mânâsını öne alırsanız bir başka boyutta kafa karışıklığı ile karşılaşırız; "miftah" kelimesi "feth" kökünden geliyor, bildiğimiz anahtar. Bu vechesiyle feth, hayat enerjisini, gündeme hâkim olma kararlılığını, belirleyiciliği ve inisiyatif sahibi olmayı hatırlatıyor.

"En son neyi, kimi, nereyi fethetmişiz?" sorusunu bu kapsamda düşünüp cevap arayalım. Vuzuhu fethetmek en kolay "mücahede" gibi görünüyor ama anlamı merak edenler için. Tiyatro sahnesine uşak rolüyle çıkan adamı, sahne dışında da uşak zannetmek, anlam kavramını anlamlandıramadığımızı gösterir.

Çoğumuz için gündelik hayat, basit benzetme ve sembollerle yetinmekle geçiyor: "İkinci Kubilay vakası" deyince anlamı kazımak zahmetinden kurtulmak böyledir meselâ. Zihnî sahada vuzuhu fethetmek, hakikat peşinde koşmak, hakikati deli gibi merak etmek ve hakikat aşkını hakikate saygıya dönüştürmek demektir. Fetih kelimesi, zihnî faaliyeti diğer eylemlerine galebe eden adam için epistemik bir duruş yerinde bulunmak cehdidir. -Biliyorum bayat bir cümle ama, kaçınılamaz bir tesbit noktasıdır- Çağımızın bilimi, hakikati görünmezleştirmeyi başardı çünkü "episteme"si çok ihmâle uğratılmıştır ve hakikat karşısında şahsi mevkiinin farkında olan akademisyen sayısı, ürkütücü bir fukaralık istatistiği inşâ eder. Bilgi, hakikatin yoluna koyacağınız basamak olmaktan çıkmış, metâ haline gelmiştir; kelimelerin bütün çıplaklığı ve hayâsızlığı ile ticari bir mal.

Dün bir gazete yazısı okudum: Papa cenaplarının Polonya'da Katoliklere hitab ederken, "Avrupa'nın laik yapısına karşı inancınızla savaşın" lâfından dehşete kapılan yazar, alelacele Türk okuyucularına, "Papa laiklikten değil sekülerlikten bahsediyor" açıklamasında bulunarak sâkin olmalarını öğütlüyor. Meramımı anlatabiliyor muyum: Laisizm kalesine Papa'nın fiskesi değer de, gazete okuyucularının morali bozulur diye alelacele dilmaçlığa soyunmak, Türk tipi bilim anlayışının mükemmel bir hülâsası gibidir ve hakikatin bizden çok uzaklarda, başkaca otoriteler tarafından çerçevelendiğine atıfta bulunmaktadır; aynen "metre"nin Paris'te Louvre Müzesi'nde saklanan platinden mâmul mostrasını referans göstermek gibi. Ters örneği fark etmeden II. Mehmed'in nasıl "Fâtih" sayıldığını anlayamazsınız; en azından Fâtih Divânı'nı elden geçirip, II. Mehmed'in neyi, nasıl duyduğunu, nasıl ve niçin, hangi kelimelerle ifade ettiğini bilmeden olmaz. Osmanlı hânedânı'nda başkaca "Fâtih" yoktur zaten: İstanbul'u zaptettiği için değil, devrinde her mânâda inisiyatif üstünlüğüne sahip bulunduğu için hak etmiştir bu sıfatı.

Beslendiği zihni kaynakları, aldığı eğitimi, karakterini, alışkanlıklarını, meziyet ve zaaflarını bilmek bile II. Mehmed Hân'ı hayâlen canlandırmaya kifâyet etmiyor, öyle sıra dışı, öyle ortalama üstü, devrinin rûhunu âdeta şahsında temessül etmiş bir adam. Üstelik öyle laik, seküler filan da değil; demiş ki, "İmtisâl-i câhid'u-fillah olmaktır niyyetim / Din-i İslâm'ın mücerred gayretidir gayretim". Bu söz II. Mehmed'in zihninde başka bir mânâdır, zamâne "mücâhidler"i, lugât mânâsını bilse de hakikatine erişemez, yorumu karikatürde kalır ve öyle olmaktadır."En son neyi, kimi, nereyi fethetmişiz" diye sormuştuk; cevabını herkes kendi nefsine versin.