Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

"Hepimiz Bizans'ın çocuklarıyız" demiş Fransa Cumhurbaşkanı Chirac; Chirac bu hüküm cümlesini, Türklerin de Avrupalı sayılması gerektiğini savunmak sadedinde sarf etmiş. Böylece "Bizans" aracılığı ile tarihteki Roma kavramına, en azından siyâsî mânâda Avrupalıların ve Türklerin müşterek menşei olarak atıfta bulunuluyor.

Chirac'ın politik bir şirinlik yapayım derken fazla düşünmeden mayınlı tarlaya girdiği bâriz. Roma, modern Avrupa'nın politik orijinidir fakat, Doğu Roma, yani Bizans'ın teşekkülünden sonra Roma ile Bizans arasında din ihtilâfı girdi. Siyasi heybet ve birliğini kaybeden Roma, kendini Kilise'nin varlığında mündemiç hale getirip politik üstünlüğünü ruhânî vesâyete dönüştürürken Bizans, Roma Kilisesi'nden ayrılarak Şark rûhuna daha ziyade hitab eden farklı bir kilisenin çatısı altında örgütlendi. Bizim mezhep ihtilâfı zannettiğimiz ayrılık, aslında "dinî" bir ayrışmaydı ve bu ayrışma 13. yüzyılda Bizans'ın uğradığı Lâtin, yani Roma kilisesinin kışkırttığı Birleşik Avrupa Ordularının işgali ile trajik boyutlara ulaştı. O meşhur, "Bizans'ta Latin serpuşu görmektense Müslüman sarığı görmeyi tercih ederim" sözü, bu kanlı işgal günlerinin hâtırasıdır. O yüzden bugünkü Avrupa'nın Bizanslı köklerine atıfta bulunması, hakikat olmaktan ziyade politik bir şirinlik gösterisinden ibaret olmakla ciddiye alınacak bir lâf değildir. Bugünün Avrupası Bizans'la doğrudan ilintili olmaktan ziyade Eski Yunan felsefesine, Roma İmparatorluğu'nun siyasi ideallerine ve "Judeo-Christian", yani Yahudi-Hıristiyan din geleneğinin mânevi birikimine yaslanır. Helenistik kültürün taşıyıcısı olmak sıfatıyla Bizans'ın modern Avrupa'ya kısmî bir katkısından söz etmek mümkün ama Chirac'ın abarttığı ölçüde değil.

Doğu Roma İmparatorluğu'nun, yani Bizans'ın siyasi verâseti, bugün AB sınırları içindeki coğrafyadan ziyade Doğu Avrupa, Balkanlar, Anadolu ve Ortadoğu ile ilişkilendirilirse daha mânidar bir atıfta bulunulmuş olur. Fatih II. Mehmed Hân'ın Bizans'ı zaptıyla bilerek üstlendiği tarihi misyon, Doğu Roma İmparatorluğu'nun siyasi hükümranlık iddiasını uhdesine geçirmek amacına yönelikti. Hazreti Fâtih sadece "Rûm Kayzerliği" (yani Roma İmparatorluğu) ünvânını benimsemekle kalmadı, bu sahipleniş Türkçe'de "Rumeli, Rûmî, Eyâlet-i Rûm" gibi kelime ve kavramlarla hızla çiçeklendi. Osmanlı Devleti'nin Avrupa ve Asya'daki tabii hudutlarının, vaktiyle Bizans'ın hükümran olduğu yerlerle muhât kalması tesâdüf değil, coğrafi mantığın reelpolitikle kesişmesinin sonucuydu. Netice itibariyle Osmanlı Devlet-i Aliyyesi'ne, vaktiyle hükümran olduğu Rumeli topraklarının bugünkü izdüşümüne bakarak "bir Avrupa devletiydi" demek mümkün ama yanlıştır. Bu hükmün imkânı coğrafi itibarladır; imkânsızlığı ise Devlet-i Aliyye'nin siyasi varlık ve yönelişlerinden, heyet-i umûmiyesinden kaynaklanır. Rumeli'ne son zamanlarda Avrupa-yı Osmâni denildiği vâkidir ama bu hüküm, modern mânâda Osmanlıların bir Avrupa gücü olduğunu göstermez ve bu vâkıâdan hareketle, "biz zaten Avrupalıydık; kimin malını kimden esirgiyorsunuz bakalım!" demek doğru olmaz. Biz, Avrupa'nın modern zamanlarda yaşadığı ve yaşattığı değerleri esas almak mânâsında hiç Avrupalı olmadık ve siyasi varlığımızı bu isimle tesmiye etmedik. Bizim bu iş için tercih ettiğimiz başka isimler vardı; meraklısı bilir.

Tarih şuurunu, lisede okutulan tarih bilgisinden ibaret zanneden satıhta kalmış aydınların kavraması zor meselelerdir bunlar. "Avrupalı oluverelim bitsin" demekle olmaz. Rûhunuzu muz kabuğu gibi soyup, bize çok yabancı ve garip gelecek yeni bir referanslar sistemine "kabultü ve heptü" diyebilmek gerekiyor; dahasını merak edenler için daha açık konuşalım; AB Kriterlerine uymak yetmez; dininizi ve tarihi hâtıralarınızı reddederseniz eh belki!