Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

İşte, ‘fıtrat’ın bir veçhesi de budur ki, biz buna kısaca vicdan galebesi de diyebiliriz: Suç işleyenlerin, yaptıkları işin vicdâni ağırlığı altında kendisiyle hesaplaşıp suç mahalline dönmelerine benziyor biraz.

Mızrak çuvala sığmayıp da bütün bahânelerin dikişleri sökülmeye başlayınca insan, vicdanından ‘istifrâ’ gibi yükselen “Ben bu kadar yanlışa nasıl ortak oldum?” azabından rahatsızlık duymaya başlıyor.

Son zamanlarda giderek sıklaşan nedâmet ifâdelerini böyle anlıyor ve yine de hayra yoruyorum. İşte o vicdan sahiplerinden biri, Soma’daki kömür madeninde işlenen toplu cinayetin müsebbiblerine saydırmakta: ‘Dünyevi cezadan ve rezil olmaktan değil, Allah’tan korkun’ diyor ve devleti yönetenlere dönüp devam ediyor, “Siz ki Büyük Ömer’in makamındasınız; yoksulların hakkını yiyenlerden, milyonlar sürünürken sefa sürenlerden, yoksulların hakkını bunlardan alarak onlara ulaştırmayan yöneticilerden hesap sorulmaz mı?” Ve şöyle bağlıyor: Ya kendinizi ıslah edin veya göklerden üzerimize bela yağacaktır!

Bu sözlerin sahibi, yanlışlıkları yıllardan beri seyredip de, ‘Belki düzelirler” diye sabreden gözlemcilerden değil; hayır, o bir kanaat önderi. Söyledikleriyle devleti yönetenlere ilham veren, istikamet gösteren, yapıp ettiklerine çekidüzen veren bir insan. Bu bir Türkiye gerçeğidir; sözün kendi başına taşıdığı anlama bakmayız; söyleyene göre farklı mânâlar veririz. “Allah’tan korkun; haksızlık etmeyin, haddi aşmayın” ikazını yapanlar eksik değildi hamdolsun lâkin itibarı yoktu; doğru söze mahreci kim olursa olsun hakkını vermemek de câhilliktir. Bir başka şekvâcı ve uyarıcı daha var; evvelâ besmele hamdele makamında Hizmet Hareketi’ni bir güzel boyadıktan sonra buyuruyor ki, “İktidar partisi için en büyük tehlike birtakım yiyicilerin, rantçıların, menfaatperestlerin, soyguncuların, rüşvetçilerin içine sızmasıdır. Bunlar partiye hakim olursa hem parti batar, hem de Türkiye büyük darbe yer (...) AKP, içine sızmış olan yiyicileri, arivistleri, çürük incirleri tard ve tasfiye etmezse çökecektir. Bir çürük incir bir çuval inciri berbat edermiş. Onlardaki çürükler bir değil, iki değil… Müslümanlar ülkeye, devlete, temel kurumlara hakim olmak istiyorlarsa vasıflı, güçlü, faziletli elemanlar yetiştirsinler. Ehl-i tasavvuf ve din hocaları doğrudan doğruya siyaset ve ticaret yapmasın. Kirli ve kirleten politikanın üzerinde kalsınlar.”

Ne güzel şeydir o, çuvalın dibi delinip seyyiât döküldükte, “N’aapiim ben söylemiştim, dinletemedim ki?” diye insanın nefsini tezkiye etmesi. Söz güzel, ikaz isabetli lâkin küçük bir kusuru var; zamanlaması çok geç. TV’de kanal değiştirirken bazen bir filme rastlar bitmek üzere olduğunu anlarız ya; Ba’de harâb’ül-Basra! Öyle bir durum.

Rezâlet ayyûka çıktı, artık gizlenemiyor ey güzel nasihatçiler; çuvalda mızrak var demenin artık pek mânâsı kalmadı. Bu çok değerli ve doğru öğütler, uluslararası yolsuzluk endekslerinde bütün cihanı ardımıza takıp küffâra bile toz yutturduktan sonra değil de, tâ bidayette çıkmalı değil miydi mübârek sadrınızdan?

Bir saray inşâ olundu milletin kursağından, safâsı bile sürülemiyor. Mahçub ve ezik bir edâile debdebeyi savunmaya kalkışanlar “Kem-küm; abime yakışır; üstelik mütevazı bişey; Selçuklu-Osmanlı sivil mimarlığı da yakışmış”tan başka ‘em’e yarar lâf edemedikleri için şatafatı minimize etmek Avşar kızımıza kaldı, “Ayol ne var bunda, benim evim bile daha şâşaalı” dedi de saray teşrifatçıları şöyle bir nefes alabildi. Saray mâmur ve müşekkel lâkin öyle anlaşılıyor ki kalpler rahatsız, ne yapsa gönüller bir türlü mutmain olamıyor. İş işten geçtikten sonra bu nasihatlerin işaret ettiği bir tek hakikat var: Siz efendim siz, olup biteni görüyor, anlıyor, rahatsız oluyordunuz fakat mızrak çuvalı delene kadar ses çıkarmadınız. Şimdi kim sizin yerinizde olmak ister ki?