Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Genel müdürlükte artık farklı, bambaşka bir heyecan hissediliyordu; çünkü yeni genel müdürün kim olacağı, bütün memurları, âmirleri, şefleri, müdürleri ve daire başkanlarını yakından ilgilendiriyordu.

Halen görevde bulunan genel müdür, daha önce iki kere üstüste seçildiği için bir daha seçilme şansı kalmamıştı ve bu durumda herkes yeni genel müdürün kim olacağını merak etmekteydi.

Seçimlere onbeş gün kala genel müdür adayları işi gücü bırakıp kapı kapı gezerek seçimde oy hakkı bulunan memur ve âmirlere yeni projelerinden bahsediyorlar, yanlarında taşıdıkları renkli klasörleri açarak büyük bir iştahla projelerini tanıtıyorlardı;

-Yıllarca şu kamu kuruluşuna emek verdik, didindik, çabaladık ama ne yazık ki amirlerimiz bize insana yaraşır şekilde hizmet sunan, sağlıklı, hijyenik şartları haiz bir helâ sağlamayı bile düşünmediler. Bakınız sevgili arkadaşım; şu gördüğünüz fotoğraflar, tuvaletlerimizin şu andaki sefil, perişan ve kirli halini göstermektedir. Bilgisayardan anlayan ve fotoşok programında üstün kabiliyetler sergileyen iç mimar arkadaşımın yardımıyla hazırlatmış olduğum şu resimler ise tuvaletlerimizin olması gereken yeni halini göstermektedir. Beni seçerseniz artık kurum içinde saygı göreceksiniz, çalışma şartlarımızı düzelteceğim. Çay ve kahve hizmetlerinde daha şimdiden % 50 indirim vaadediyorum...

Bir başka aday ise konuyu daire dışına taşıyarak ev ziyaretlerine ağırlık veriyor ve memurlardan ziyade aile reislerine hitab etmeyi daha etkili buluyordu.

-Bakınız yenge hanım; eşiniz de burada şahittir; kendisini ne kadar çok sevdiğimi, değer verdiğimi bilir. Yıllardan beri güneş yüzü görmeyen, kötü ve kırık bir masada, en olumsuz şartlarda arslanlar gibi çalışan değerli arkadaşım Necmettin Bey’in artık güzel, ışıltılı, şıkır şıkır bir ofiste çalışmak hakkı değil midir; emekliliğine kaç yıl kalmıştı Necmettinciğim?...

-Altı sene...

-Altı sene bu dile kolay Ayten yenge; söyleyin şuna inatçılık etmesin, bana oy versin. Her gün evden işe işten eve servis sağlamazsam şerefsizim; ayrıca siz değerli hanımlar için milli bayramlarda kurum içinde resmi resepsiyon düzenleyeceğim; para veya altın günü düzenlemek isterseniz, hafta sonları kurumun üst katındaki toplantı salonumuz emrinize hazır olacak. Ne diyorsun Ayten yenge, ikna et şu inatçı Necmettin’ini...

Adaylar harıl harıl çalışıyor, kapı kapı dolaşıyor, birbirleri aleyhine demediklerini bırakmıyorlardı:

-O daire müdürü Mehmet Bey var ya; yaralı parmağa iyilik ettiğini tarihler yazmamıştır; üstelik geçen Ramazan gizli gizli oruç yediğine de bizim Hayrettin yeminle şahit. Biliyorsunuz Mehmet’in karısıyla da arası iyi değil; dostu mu varmış neymiş, dedikodu etmeyim ama ateş olmayan yerden duman çıkmaz arkadaş. Herifin gizli solcu olduğunu bile söyleyenler var. Karısı da son iki senede bilezik sayısını dört katına çıkarmış diyorlar; bu değirmenin suyu nereden geliyor arkadaş; iyi düşün; oyunu ziyan etme!

...

-Bak arkadaşım; bana oy ver diye söylüyorsam eve gitmek nasip olmasın; bana oy verme fakat o Mehmet ile Şekip’e katiyyen oy verme; bunların beceriksizliği yüzünden geçen sene müfettişlerin elinde nasıl inim inim inlediğimizi, günlerce eve gidemediğimizi hatırla. Mehmet aslında iyi arkadaştır, namuslu çocuktur fakat nasıl söyleyim, biraz pısırık, biraz da beceriksiz. Şuradan iki çay söyle desen yolda unutur. Şekip ise zaten dangalağın biri. Aslında severim kendini, çocuklarının da kirvesiydim fakat eğriye eğri doğruya doğru; yaramaz diyorum o kadar. Gayrı kime oy vereceğini de sen takdir et. Üstelik seni sever, takdir ederim bilirsin; şeflik senin hakkındı, kime gitti? Yaaa!..

...

-Bunlarda vizyon-mizyon yok ki Seferciğim; şuraya yazıyorum. Bunlardan biri genel müdür olsun, iki aya kalmaz hepimizi şarka sürgüne göndertir. Zaten yalakanın teki bu adamlar. Artık bu genel müdürlüğün zeki, çalışkan, ahlaklı, dürüst, parada pulda gözü olmayan bir genel müdüre ihtiyacı var. Kendimi övmek için söylüyorsam nâmerdim; benim öyle genel müdürlükte müsteşarlıkta gözüm varsa, gözüm önüme aksın. Hatırlarsın geçen seçimde Deniz Bey o kadar araya adam koydu, yalvardı etti, yine kabul etmedim. Neden? Çünkü ihtiyacım yok böyle şeylere. Bizler hizmet adamıyız; takdir ederseniz elâlem görür nasıl genel müdürlük yapacağımı...

Nihayet seçim günü geliir, koridorlara sandıklar konulur veee...

En çok oyu alan altı aday, çoktan aza doğru sıralanarak bakanlığa isimleri gönderilir. Bakan bey aday sayısını kafadan, kendi keyfine göre üç indirerek listeyi başbakana götürür. Başbakan da içlerinden birini -sıra gözetmeksizin- seçme yetkisine sahiptir (Bkz. 2547 sayılı YÖK Kanunu’nun ilgili maddeleri).


Değerli okuyucular; yukarda anlatılan genel müdürlükteki seçim hikâyesi külliyen olmasa da kısmen hilâf-ı hakikattir. Türk kamu düzeni anlayışında memurlar, âmirlerini kendi aralarında yaptıkları bir seçim sonucunda seçmezler. Bu hak sadece YÖK Kanunu uyarınca üniversitelere ve öğretim üyelerine tanınmıştır.

Hiç merak etmeyiniz; yukardaki hadisede gerçeğe en çok yaklaşan kısmı, rektör seçimlerinde adayların kapı kapı dolaşarak propaganda ve bol dedikodu üretmeleridir.

Bu fakir ü pür taksir yazarınız ise yıllardan beri kamu görevlilerinin amirlerini seçermiş gibi yapmalarının saçmalığını savunmakta ve devlet üniversitelerinde rektörlerin -o hangi makam ise- tayinle işbaşına gelmelerini savunmaktadır.


Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, önüne getirilen ilk rektörlük atamasında en çok oyu alanı değil, ikinci sıradaki adayı seçti. Daha önce hükümet, az oy alan adayları seçtiği için eski Cumhurbaşkanı Sezer’i topa tutmaktaydı (gazeteler).