Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Ümraniye Belediyesi’nin düzenlediği, “İslam Sanatında Geometrik Desenler Çalıştayı”na katılan bazı ilim adamları, gazeteci milletinin ve özellikle bu gibi haberlerden hoşlanan muhafazakâr dindar kesimin hoşlanacağı bazı tesbitlerde bulunmuşlar. Sanat tarihi hakkında amatör seviyede kalan birikimimi harekete geçirerek bu tesbitleri değerlendirmek istiyorum.

Önce, haberi yazan muhabir (veya editör) arkadaşımızın bir cümlesini ele alıyorum; diyor ki: “Bilim adamları, İslam eserleri üzerindeki çeşitliliğin ne Rönesans, ne de modern Avrupa mimarisiyle kıyaslanamayacak düzeyde estetik olduğu görüşünde birleşti.”

Böyle hükümlere bayılırız değil mi? Cümlede bizi keyiften kendimizden geçirecek bütün unsurlar bir arada: “Bilim adamları.. İslam eserlerinin çeşitliliği... Rönesansla kıyaslanamayacak kadar estetik...” Peki, bilim adamları böyle bir cümlede birleşmiş olabilirler mi? Tabii ki hayır, çünkü bu hüküm doğru değil. Aklı başında hiçbir bilim adamı, bir topluluğa ait sanat eserlerini diğeriyle kıyaslayıp üstünlük karinesi kurmaz. Sanat eserleri birbiriyle yarışmazlar, yan yana durur ve dünyayı güzelleştirirler.

Aynı hükmü birkaç Türk bilim adamı verecek olsa meselâ, bu kadar keyifli olmaz fakat yabancı bilim adamlarına, “Sizin sanatınız bizimkini döver, suya götürüp susuz getirir” dedirtince ben bile hoşlanmaya başlıyorum. Ne var ki, gerçekten de birileri böyle bir laf etmiş olsalar bile doğru değil.


Çalıştay’da incelenen ve örneklendirilen yapılar “Geometrik olarak muhteşem” olarak nitelendirilmiş haberde. “Geometrik olarak muhteşem” sözünün kifayetsizliği dikkatinizi çekti mi?

Mesela çember veya kare biçiminde bir yapı düşünün; geometrik açıdan çember veya kare kusursuz biçimlerdir ama bir binanın dairevî veya kare şeklinde olması onu tek başına muhteşem yapmaz. Kaldı ki binalar geometrik açıdan değil, mimarî kriterlere göre değerlendirilirler. Bu hükümde de belirgin bir adres ve atıf yok; ortaya karışık güzellemeler. Maksat okuyucuyu neşelendirmek...


Ve işte nihayet faili belli bir niteleme: Danimarkalı Prof. Dr. Emil Makovicky’nin tesbitine göre pek çoğumuzun Nazi buluşu zannettiği Gamalı haç figürü, aslında Asya, Türk-Altay menşeli bir şekil imiş.

İyi de bununla övünmemiz mi gerekecek şimdi? Gamalı Haç’ın (Svastika diye biliniyor Batı dillerinde) tâ milattan önceki binli yıllarda başta Hint ve Sümerler olmak üzere muhtelif yörelerde ve topluluklarda itibar gördüğü çoktandır biliniyor. Velev ki gamalı haç vaktiyle Türk topluluklarının icat ettiği bir geometrik şekil olsun; ne çıkar bundan?

Böyle efsaneler otuzlu yıllarda, üstün ırk nazariyesinin rağbet gördüğü zamanlarda pek itibar görür, ciddiye alınırdı ama bu gibi iddiaların ilmî mesnedi yoktur ve hemen övünmeye başlamak da gerekmez. Asya Türklüğü, ilk Türkçe metni ilk defa kalıcı bir eser üzerinde milattan sonra 8. asırda kullandı. Gamalı haçın Asyatik menşe’iyle uğraşacağımız yerde, yazı diline bu kadar geç girmiş olmaklığımız hakkında tasalansak daha yerinde olmaz mı?

Bir başka tesbit Kafkas Üniversitesi Fen Fakültesi Kimya bölümünden Prof. Hacali Necefoğlu’ndan gelmiş, şöyle diyor: “Quartz mineralinin yapısı ile Azerbaycan’daki Berde Türbesi’ndeki motif aynı. Aynı sembolün Türk boyu Artuklular tarafından Mardin’de de kullanıldığını belirledik. Eorinit mineralinin yapısını Nevşehir’de bir eserde tespit ettik.”

İmdi bu cümleden ne anlamak lazım, irdeleyelim:

-14. yüzyıl başlarında Azerbaycan’da Müslüman mimarlar Berde şehrinde bir türbe inşa ederken, boş zamanlarında mineraloloji ile uğraşırken fark ettikleri kuartz kristalinin şeklinden etkilenmişlerdir!

Olabilir mi; pekâlâ mümkün, peki kuartz kristalinin şekli nedir? Çokgen konik gövdenin, minare külahını andırır şekilde bir noktadan sonra birleşmesini düşünün. Öyle bir şey. Berde Türbesi ise silindirik gövdesi koniyle nihayetlenen tipik bir türbe binası. Doğuda, Maveraünnehir coğrafyasında benzerleri çok. Yani Berde Türbesi’nden önce aynı planı tekrarlayan pek çok türbe göstermek mümkün. 9. yüzyıldan başlayarak Doğu’daki pek çok İslam memleketinde türbeler hep aynı basit plan üzerine çok sayıda inşa edildi. Acaba önceki türbeler de bir mineral kristalinden ilham alınarak mı yapılmıştı yoksa mineral kristaline benzetilen kümbet mimarisi, ilhamını başkaca faktörlere mi borçludur? Mesela Müslümanlar kümbet formunu, Müslüman olmayan bir komşularında görüp tekrarlamış olabilirler mi?

Bu da pekâlâ mümkün; bana göre, kuartz kristali teorisinden daha ziyade ciddiye alınması gereken bir teori bu.


Geçiyoruz Danimarkalı jeoloji profesörü Emil Makovicky’nin bir başka tesbitine, demiş ki: “Eserlerdeki geometrik şekilleri incelediğinizde bu eserleri yapanların simetri konusunda bilgi sahibi olduğu sonucuna varıyoruz. Dünyadaki en gelişmiş geometrilerden İslam eserlerinde olduğunu söyleyebilirim. Estetik olarak da dünyada başı çektiklerini söyleyebilirim. Selçuklu eserleri tartışılmaz en iyileri.”

Gıyablarında günahlarına girmiş olmayayım, çünkü gazete haberiyle ilmî tebliğ arasında esaslı farklar olabilir. Bu ihtimali göz önüne alarak ihtiyaten diyorum ki, bazı İslam yapılarındaki geometrik bezemelere bakarak, “bunları yapanların simetri konusunda bilgi sahibi olduğu sonucuna varıyoruz” diyebilmek, -nasıl tabir etmeli- biraz ayıp, hatta fazlaca ayıp oluyor. Simetri dediğiniz şey, bir şeklin aynı ölçülerdeki ayna yansımasıdır ve bunu keşfetmek için Müslüman, Türk, İngiliz, Danimarkalı veya dehâ sahibi olmak da gerekmez. Yeryüzündeki bütün kültür eserlerinde geometrik bezemelere ve bunların aynı yüzeyde tekrar edilmesiyle oluşan şebekelere raslamak mümkündür. Bunlar insanlara mahsus ortak şeylerdir ve geometrik şekilleri tekrarlayarak bir vazoyu, bir duvarı veya bir sütunu bezemek, orada bir sanat dehasının kıvımcımlandığına işaret etmez.


ABD’li bilim adamı Jay Bonner’in, “Özellikle Selçuklu Türk desenleri karşısında büyülendim. Bu eserler geometrik bir başyapıt.” sözlerini de aynı itidal duygusu içinde değerlendirmek lazım. Evet Selçuklu eserlerinde yoğun şekilde geometrik bezemeler vardır fakat adı üstünde bunlar “bezeme”dir, dünyanın en iyi bezemesi bile binanın mimarlığına fazlaca katkıda bulunamaz.


Kıssadan hisseye geçelim.

Bir, sanat tarihinde uzman olmayan muhabirlerin, muhtemelen aradan cımbızla çektiği ve nezaketen sarf edildiği muhakkak övgü sözlerini fazlaca ciddiye almayacağız. İki, dedelerimizin yaptığı şeylerin gerçek niteliğini anlamak için ecnebilerin şahitliği gerekmez, sanat hassasiyeti ve eğitimi kâfidir.

Üç, yukarıdaki övgüleri ciddiye alırsak, dünyanın bütün tavuklarını mimarlık dehâsı saymamız gerekebilir, çünkü yumurta hakikaten hayranlık verici tasarımıyla gerçek bir mimarlık eseridir.

Ve son not: Bir haber metninden yola çıkarak Ümraniye Belediyesi’nin bu güzel hizmetini eleştirmek gibi bir görüntü vermek istemiyorum; basıldığında eğer lütfedip çalıştay bildirilerini göndermek nezaketinde bulunurlarsa, daha iyi bir değerlendirme yapabilirim inşallah. [email protected]