Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Cumhurbaşkanı, özel okullara yoksul ve başarılı öğrencilerin MEB kanalıyla yerleştirilmesini öngören kanunu veto edeceğine özel okullar hakkında suç duyurusunda bulunsa herhalde daha az tartışılır bir karar vermiş olurdu.

Bakanlığın uygulaması teknik açıdan tenkide şâyan noktalar ihtiva edebilir; bu gibi hususlarda Cumhurbaşkanı'nın itirazını dile getirmesi de tabii karşılanırdı fakat veto gerekçesine hâkim olan hava, tutarsız bir resmi ideoloji müdafaasından başka bir şey değil.

Cumhurbaşkanı, veto gerekçesinde halen yürürlükte bulunan 1739 sayılı kanunun 8. maddesinde, maddi imkanlardan mahrum öğrencilerin desteklenmesi için öngörülmüş tedbirlerin yeterli olduğunu savunuyor. Bu gerekçeye saygı duyulur ve tartışılır ama aynı gerekçede eğitimin anayasa tarafından sıralanmış "temel ödevler" arasında bulunması ve bu yüzden MEB tarafından özel okullara iş ve kaynak devri sayılacağı iddiası aynı metânette görünmüyor. Sayın Sezer bu noktada gerekçesini izah ederken yeni düzenlemenin, "Devlet'in temel görevinin, hizmet satınalma yoluyla özel eğitim kurumlarına devredilmesi anlamı" taşıdığını ileri sürüyor. Muğlak, zayıf ve savunulması güç bir iddia bu. O zaman birisi çıkıp, "zaten özel okulların varlığı anayasaya aykırıdır" iddiasını dile getirmiş olsa, Cumhurbaşkanı'nın veto gerekçesinden daha mâkul bir iddia ortaya koymuş olacaktır. Devletin temel ödevleri arasında sağlık hizmetleri de yer alıyor; aynı mantık, devletin özel sağlık kurumlarının varlığını hoş karşılamaması sonucunu da doğurur. Oysaki devlet bugünkü uygulama çerçevesinde özel sağlık kuruluşlarından sağlık hizmeti satın almakta ve bu iş için devlet bütçesinden özel sektöre kaynak aktarmaktadır. Bu durumda Cumhurbaşkanı'nın eğitim hizmeti satın almak için devletin özel okullara kaynak aktaramayacağı yolundaki tezi zayıflıyor. Böyle zorlama bir gerekçeden yola çıkacağına, devletin maddi durumu elverişsiz gençlere, kendi kurumları aracılığı ile (Anadolu liseleri vb.) destek olması gerektiği hususuna ağırlık vermiş olsaydı, (ki gerekçede bu husus zikredilmiştir) daha mâkul bir gerekçe üretmiş olurdu.

Hayli uzun gerekçe metninde, veto için mâkul veya mâkul olmayan her teze müracaat edildiğini görmek de insanı şaşırtıyor. Meselâ gerekçenin d bendinde yer alan ifadeyi aynen naklediyorum: "Ülkemizde eğitim kalitesini ve çağdaşlığını kanıtlamış kimi özel okullara ilginin büyük olduğu, giriş sınavının ardından çok kısa sürede kontenjanlarını doldurdukları bilinen bir gerçektir" denildikten sonra, "Bu okullarda, hizmet satınalma yöntemiyle öğrenci okutulması olanağı bulunmadığına göre, öğrencilerin, kontenjanlarını dolduramayan, kimi çevrelerce değişik amaçlarla kurulmuş özel okullara gönderilmesi kaçınılmazdır. Bu durum, bir yandan, bu özel okulların devlet kaynaklarıyla desteklenmesi, öte yandan da laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti niteliklerine uygun olmayan düşünce yapısına sahip insanların yetiştirilmesi anlamına gelmektedir" cümlelerinin yer alması çok şaşırtıcıdır. Bu satırları şöyle yorumlarsak, Sayın Cumhurbaşkanı herhalde saded harici bir şey söylemediğimizi kabul edecektir: "Diyelim ki bu kanunu kabul ettik; 'iyi' özel okulların kontenjanı zaten dolmuş; demek ki siz bu çocukları 'kötü', yani 'kimi çevrelerce değişik amaçlarla kurulmuş' okullara göndermeyi planlıyorsunuz. Üstelik bu okullar, 'laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti niteliklerine uygun olmayan düşünce yapısına sahip insanlar' yetiştiriyor. Olmaz, buna müsaade edemem!"

Bu durumda Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in, ilgili veto gerekçesinden hareketle "ayrımcılık" yapıldığı yolundaki beyanı haklılık kazanıyor.

Gerekçede tasvir edilen atmosferi ciddiye almak gerekirse durum vahimdir; Cumhurbaşkanı, özel okulların "ancak kendisinin bildiği bir kısmının" rejim aleyhtarı eğitim müfredatı uygulayıp, rejime muhalif insanlar yetiştirdiğini ileri sürmekte ama bu gibi melânet yuvalarının derhal kapatılması için suç duyurusunda bulunmak yerine, âmiyâne ifade ile "öyle diyenler de var" demeye getirmektedir. Bu gerekçeyi ciddiye almak için ortada hiçbir ciddi gerekçe yok ama velev ki ciddiye almak gerekmiş olsaydı vaktiyle "anarşist ve bölücü" yetiştirdikleri için SBF'yi, ODTÜ'yü, hatta Ankara ve İstanbul hukuk fakültelerini kapatmak, ona güç yetirilmezse karalamak gerekecekti.


Hep söylüyorum zaten; hukuk fakültelerinde hukuk felsefesi dersini bir sömestr okutmak yetmiyor, yetmiyor, yetmiyor!