Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Öyle garip bir fiili durumun içindeyiz ki, teşkil tarzı ne kadar içimize sinmese de seçilmiş siyasetçilerden müteşekkil bir hükümetin işbaşında bulunmasından ve milleti temsil etme kabiliyetinden pek memnun kalmasak da Meclis'in hala işlemesinden ötürü şükretmemiz gerekiyor.

Sınırlı sayıda basın mensubunun katıldığı son orduevi toplantısını müteakip kamuoyuna yayılan gerginlik, hükümetin kurulmasından sonra hasıl olan kısmi iyimserliği de karamsarlığa dönüştürüyor. Her iki cihetten açıkça tekzip edilse de ordunun hükümet icraatından ve genel gidişattan memnun olmadığı yolundaki söylenti çok kuvvetli bir tesir uyandırdı. Gazete ve televizyon haberleri, tekzipteki titizliğe rağmen idare üzerinde ordunun vesayetini yeniden gündeme getirdi. Bu kararsız ve siyasi literatürde menendi görülmemiş hükmetme modelinin dışarıdan nasıl algılandığı ayrı bir hicran yarası olsa gerek; ama her şeyden önce "yönetilen vatandaşlar" sıfatıyla bizlerin şu garip tarz-ı siyasetten ne kadar mustarip bulunduğumuz daha önemlidir. Doğrusu ordunun üst yönetimini, hükümetçe tasarruf edilen anayasal icraat sınırları içindeki meselelere müdahil gördükçe nasıl davranmamız gerektiğini bir türlü kestiremiyoruz. Mesela 1997 yılı başından itibaren ordu üst kademesi tarafından kamuoyuna yansıtılan siyasi nitelikli "yumuşak" müdahalelerin anayasa nizamı içinde yeri olup olmadığı bir yana, bu beyanların isabeti hakkında alenen fikir yürütme hürriyetimiz hayli muğlaklaşmıştır; yürürlükteki mevzuata göre, "yanlış yapıyorsunuz, fevri davranıyorsunuz, şu içtihadınızda isabet yoktur" diyebilme hakkımız var gibi görünüyorsa da askeri yargı alanının adli yargıyla kesin olarak nerede ayrıştığını kestirmekte güçlük çekiyoruz. Kanunları biliyoruz; ama onların ne zaman, nerede, nereye kadar müessir olduğu konusunda tereddüt içindeyiz.

Bu hususta tereddütlerimiz izale edilse bile edindiğimiz "devlet terbiyesi", ordumuzun gündelik münakaşa gündemi içinde tenkit edilmesine, dedikodu mevzuu haline getirilmesine cevaz vermiyor. Bu terbiyenin "demokratik refleks" ile ne derece bağdaştığı ayrıca tartışılabilir; ama zannımca ordumuzun nereden kaynaklanırsa kaynaklansın zaafiye düşmesine bu milletin kahir ekseriyeti rıza göstermez. Ordunun millet nazarında daima yüksek bir itibarı olmuştur ve bu itibar çizgisi 12 Eylül müdahalesinden sonra bile düşme eğilimi göstermemiştir. Dolayısı ile keyfi bir tacize uğramayacağımızı kesinlikle bilsek bile ordu hakkında ileri-geri konuşmak bu milletin irsi terbiyesine sığmaz bir keyfiyettir.

Bu millet ordusunu demokratik nizam içinde yeri anayasal koordinatlarla sınırlandırılmış ve sivil otoritenin emrine verilmiş bir kuvvet olmaktan çok önce ırzının, namusunun ve haysiyetinin muhafızı olarak görür ve onu işte bu duygularla sever. Evladını askere yollarken ellerine kına yakıp davul-zurna dövdürmesinin gerçek sebebi, bu şerefli hizmete katkıda bulunma heyecanının tezahürüdür. Milletin ordusuna muhabbeti "anayasal" olmaktan önce ve ziyade "irsi" ve "hissi"dir. Bu yüzden ordu, "güvenilir kurumlar" anketinde daima birinci çıkar. Türk ordusu bu nokta-i nazarda silahlı ve teknik bir hizmet sınıfı olmaktan çıkıp "Peygamber Ocağı" mertebesine yükselir ve milletin tarihi şuuraltında bu ordu hala "Peygamberin ordusu"dur; İstiklal Harbi'nin en ümitsiz günlerinde Yahya Kemal, "Gaalib et zira son ordusudur İslam'ın" niyazında bulunurken, irsiyetinin lisanını tercüme eder.

Ordumuz bizim gözbebeğimizdir; millet, irsi bir hasletle kavradığı bu idrak irtifaında kendisini "yalnız" hissetmemelidir.

Çok partili demokratik hayat tecrübemiz henüz yarım asırlık; ama millet demokrasiyi tecrübe etti ve beğendi. Türkiye'de cumhuriyet idaresinin en büyük taraftarı yine millettir ve bazı çenesi düşükler gibi bu hakikati saat başı tekrarlamaya ihtiyaç hissetmese bile cumhuriyetten başka idare tarzına asla rıza göstermez; millet o yoğun laiklik tartışmaları ve abes laisizm uygulamaları esnasında kitaba uygun laik yönetim tekniğinin, demokrasinin "lazım-ı gayr-i mufarık"ı olduğunu da fark etmiştir. İftiharla belirtmelidir ki millet demokrasi şuurunda "okumuş" evlatlarından çok ileridedir. Milletin bu vasfından şüphe edenler, milleti adam etmek yerine, kendilerini "adam" yerine koyan milleti daha iyi tanımayı vazife bilmelidir.