Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

"Galatasaray'ı desteklemek zorundayız" başlıklı yazının üstünden bir ay geçmiş. Sair zamanlarda bu gibi "Sarı- Kırmızı" yazılardan sonra Fenerbahçeli okuyucularımın gösterdiği mutad tepkiler gelmediğine göre mesaj doğru anlaşılmış demektir. Galatasaray'ı desteklemek epeydir "sarı- kırmızı" markalı bir tutku olmaktan çıktı. Karabudun Türkleri'nin hangi doğruları takip ederek şimdiki zamana diş geçirebileceklerini gösteren bir numune- i imtisal haline geldi ve başarının arkasında çok dikkate değer bir halita bulunduğunu artık fark etmemiz gerekiyor.

Özellikle Fenerliler iyi bilir; Galatasaray, futbol kulüpleri içinde - yönetim ekibi itibariyle- en "Batılı", en avantgarde heyeti teşkil eder ve müfrid Fenerbahçeliler bu olguyu GS'nin "Düyun- ı umumiye ruhu"nu temsil ettiği ithamına kadar vardırırlar; bu ithamın temelinde FB'nin "Kuva- yı milliye" ruhu ile yönetildiği iddiası yer alır. Bu naif tesbitin içinde hakikat kırıntıları vardır. Kuva- yı milliye ruhu Türkiye'nin "hakimiyet- i milliye" kavgasında, milli hudutları stabilize etme mücadelesinde başarısını göstermiştir; ama aynı Kuva- yı milliye konsepti, Türkiye'nin "dünyalı bir devlet" haline gelebilmesi için gerekli fikir izdivaçlarında "armudun sapı, üzümün çöpü" huysuzluğuyla "evde kalmayı" tercih etmiştir; içe dönük, "domestic" ve tabii olarak bütün dış alemi tehdit addeden bir tavır.

Galatasaray, Kuva- yı milliyeciliğini, UEFA Kupası'nda finale çıkarak ispat etti; ama bu başarının bir boyutu daha var; o da dünya standartlarına yükselmek. Galatasaray dünya standartlarına iki farklı boyutu bir araya getirerek yükseldi; ilki, bütün takımlarımızda (ve partilerimizde ve kurumlarımızda) mebzul miktarda bulunan ve sadece içe dönük hedefler için işe yarayan Kuva- yı milliyecilik; ikincisi ise "dünyalılık" (Batılılık kavramı çoktan eskidi, o ayrı bir mesele). Galatasaray'ın an'anevi Batılı oluşu, Fatih Terim'in şahsında temsil olunan Kuva- yı milliye ruhu ile sabır ve sulh içinde izdivaç etti ve bu noktadan sonra GS, bir dünya markası haline gelebildi.

Türk kamuoyu, günlerden beri Fatih Terim'i yakından izliyor: Bir diplomat, bir müteahhit, bir teknik direktör, bir psikolog, bir işadamı, bir siyasetçi, bir futbol düşünürü ve bir lider olarak Terim çok başarılı ve enerjisini birden fazla hedefe yönelterek netice almayı bilen bir insan (Cumhurbaşkanı adayı olarak isminin sıkça zikredilmesi boşuna değil). Bu yönüyle "dünyalı" meslektaşlarının bile imrendiği birisi; ama onu kariyerinde bu derece yükselten temel vasıf, Terim'in şahsiyetiyle aynileşmiş Kuva- yı milliyeci tarafıdır: Mazbut bir aile babası, işine aşık bir işkolik, dürüst, milliyetçi, fedakar, prensiplerinde ısrarlı ve güvenilir bir insan. Fatih Terim'e kendi kabiliyetlerini geliştirmek ve başarılı olmak fırsatını bahşeden tarafta ise Mekteb- i Sultani mahreçli yönetici kadrosu yer alıyor ve bunlar Fatih Terim'in temel şahsiyet çizgileriyle hayli farklı bir kompozisyon çiziyorlar: Hemen hepsi başarılı iş adamı, lisan biliyorlar, "Sultani"den sonra ecnebi mekteplerde okumuşlar, hepsinin kendine mahsus şahsi bir "stil"i var; görgülü, münazara adabını, oturmasını- kalkmasını bilen, soğukkanlı, terbiyesini bozmayan, kültürlü bir zümre. Hani hariciyecileri kızdırmak için halk arasında kullanılan "ekselans veya monşer" tabirini rahatlıkla sırtlanacak kimseler. Başarıyı ve yenilgiyi olgunlukla karşılamayı, "uzun vade" fikrini, sabretmeyi, güvenmeyi ve her halü karda ketum kalabilmeyi biliyorlar. Galatasaray, dünya klasmanlarında bugünkü parlak mevkiini işte bu iki unsurun, yani Kuva- yı milliyecilik ile "dünyalılık" unsurlarının sabırla bir arada yoğrulmasına borçludur.

Aynı feraseti bugüne kadar ne Fenerbahçe gösterebildi ne de Türkiye Cumhuriyeti. Zenginlikte ellerine kimse su dökemese bile FB yöneticileri "dünyalılık" fikrine terfide "Kuva- yı milliyeci" çizginin üstüne çıkamadılar; işte bu yüzdendir ki neredeyse sistematik hale gelen başarısızlıkları, bir Galatasaraylı futbolcunun kalça nahiyesine çarparak yön değiştiren bir şutla kazanılmış bir galibiyeti ile hemen unutuveriyor ve keyifle kendilerinden geçiyorlar; ertesi hafta bir sıra takımından dört yemek bile bu "kendi içine kıvrılmış, yani domestic" galebe lezzetini unutturamıyor onlara. Onlar da Türkiye gibi "dış ve iç düşman" tehdidi olmaksızın rahat edemiyorlar ve aynı Türkiye gibi müsrif bir maliye siyaseti takip ederek on kuruşluk hizmeti elli kuruşa mal ediyorlar; "paranın önemi yok, yeter ki büyük taraftarımızı mutlu edelim" felsefesi ile kendilerini avutuyor ve yine aynı Türkiye gibi içe dönük "en büyük Fenerbahçe" sloganları ile ümitlerini sonraki sezona, olmadı bir başka sezona erteleyip duruyorlar.

Türkiye'nin aynen FB gibi idare edildiğini seyretmek, bizde toplum psikolojisini de müzmin klinik müdavimi haline getirdi, muntazam ve anlamlı aralıklarla zuhur eden iç ve dış düşmanlarımız da olmasa, belki yönetim üslubumuzun bünyesinde müesseseleşmiş yanlışlıkları bütün açıklığı ile görebilecek ve Türkiye'yi "dünyalı bir devlet"e dönüşmesi için daha etkili şekilde zorlayabileceğiz. Başarıya açız ve son tahlilde yöneticilerimizden razıyız. Açlık ve rıza, bizi kapıldığımız atalet sarmalının orta yerlerinde tutuyor; ne ölüyor, ne iflah oluyoruz.

"Dünyalılık" ve Kuva- yı milliyecilik; biz bu iki unsuru sağlıkla imtizaç ettiremedik. "Dünyalılık" taraftarları "kuvvacı" yanımızı görmezden geldikleri için aramızda hep "fransız" kaldılar; Kuvvacılığımız ise son tahlilde "dünyalı" bakış açısını istihkarla reddetmemize yol açtı. Lig şampiyonu olmak, Kuvvacılığın tatmini için yeterince parlak bir başarıdır; ama "dünyalılık" UEFA'da final oynamaktır ve bunlardan biri olmadan diğerine ulaşılamıyor.

Galatasaray Türkiye'nin ufkunu açıyor, hala ders almayacak mıyız?

[email protected]