Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Artık hepimiz bir kere daha iyice öğrenmiş bulunuyoruz ki, basın-yayın âleminde "gazeteci" olmak, fikir erbabından sayılmak ancak "bazıları"na mahsus bir imtiyaz ve onurdur; diğer "bazıları" ise, zenginlerin mahallesine ayak işlerini yapmaya gelmiş gündelikçi ve günübirlikçi muvakkat çalışanlardır.

Basın hürriyeti kavramı, ancak birinci gruptaki basın mensuplarının altında sâyebân olabilecekleri bir şemsiyedir; ikinci gruptaki marabalar, ırgatlar, kendini gazeteci, yazar vesaire zanneden kişiler, eski Yunan sitelerindeki köleler zümresindendir; bırakınız "vatandaş" sayılmayı, "Meteikos", yani yabancı statüsüne bile giremezler.

Yanıltıcı olan şey, kanunlar karşısında her iki zümreye mensup meslek erbabının aynıymış gibi kabul görmesidir; nitekim ikinci gruba dahil bir yayın organı için kanuni takibata uğramak, işyerinde arama yapılması, suç delillerinin toplanması, bilgisayar ve sair evraka el konulması, çalışanların sorgulanması veya tutuklanması kesinlikle birinci sınıf haber veya "Flaş flaş!" başlığıyla duyurulacak haberden sayılmaz; örnekleri çoktur ama aynı şey birinci grup mensubu gazete ve gazetecilerin başına gelince ortalık birbirine girer; kutsal gazeteciler cemaatinin kerametleri birbirinden menkul yüce rahipleri sırayla dayanışma makaleleri kaleme alır, "Cık cık cık... ne ayıp; olmadı bu ama..." vezninden ağlamaklı-tehditkâr şeyler yazar, kendi çaplarında bir kanaat terörü estirirler.

Uzun lâfın kısası: Bir internet sitesi kuruluşu polis tarafından basılınca basın-yayın sosyolojimizin görünmeyen fay hatları homurdandı ve kımıldadı. Bu hadiseyi kınamayanın, bırakınız vatandaş, meslektaş bile sayılmaması yazıldı, söylendi; cayırtı halen devam ediyor. Uzaktan seyreden Türkiye'de muhalif basın organlarının susturulduğunu, gazetelerin, web sitelerinin kapatıldığını, yazarların sorgusuz-sualsiz zindanlarda inim inim inletildiğini zanneder (Nitekim öyle biri çıktı ve kendisinin sonradan ABD Büyükelçisi olduğunu öğrendik!). Alâkası yok; elâleme olmadık bühtanda bulunarak politik mücadele yaptığını zanneden o web sitesi hâlâ yayında, kapatılmış filan değil; o siteyi çok seven ve destekleyen sair siteler, kanallar, gazete ve dergiler de halen yayında; sadece dilediklerini değil, akıllarına gelen her şeyi yazıyor ve yayınlıyorlar.

Misâl veriyorum: o haber sitesinde sütun komşum ve arkadaşım Hüseyin Gülerce hakkında yapılan bir haberin altına yazılan bin civarında yorum da hâlen yayında tutuluyor; bu yorumların bazıları, gerçekten yorum sınırı ve edebi içinde kalan nitelikte fakat neredeyse yarısı hakaret, tehdit ihtiva ediyor. Site yöneticileri, editörlük haklarını kullanmayarak bu hakaret ve tehdidlere ortak olduklarını gösteriyorlar.

Sırf, Türkiye'de basın hürriyetinin hangi sınırlar zorlanarak işletilmekte olduğunu göstermek bakımından bu yorumlardan seçtiğim hakaret ibârelerini, -affınıza ve sabrınıza sığınarak- alıntılamak istiyorum:

"Hırlamaları korkularından... Değersiz pislik... Gazeteci bozuntusu... Yunan giderken bunları da analarına miras bırakmış... Gülerce, gülemeyesice!.. Utanmaz herif! Ölü suratlı adam... İstediğin kadar havla salyanı akıt... Kork benden kaç benden... Bu satılmış yazarlar... Kiralık ve kolpa yazar... Evanjelist siyonistlerin yerli işbirlikçileri... Bu yalaklar... Bu pislikler... Adamın yüzünde meymenet yok... Bu haşere... Şeref noksanı yağdanlık kalıplı... Bunun gibi yalakalar... Sümük yalayıcısı müsvedde... Dürrizade'nin torunları...Fethullah'ın uşağı... Allah'ın hüsosu... Hortumcu... Kaça sattınız yavşaklar kendinizi? Gazeteci ibiş... Bunların Allah'ı ile benim Allah'ım bir olamaz... Surat değil manda gönü... Şerefsiz Faşist... Asalak... Şerefsiz gavur uşakları... Soysuzlar...Şerefsizler ... Hamam böceği... Bunlar parayla havlayan canlılar..."

Bu hakaretlerin herhangi birini, o siteyi savunan yazar ve politikacılar kendine yönelmiş görse ne yapardı acaba; merak ediyorum... En komik yorum ise şöyle: "Yaklaşık 6 aydır bu siteyi takib ediyorum, yalan-dolan haber görmedim!" Bazı şeyleri görmemek için bu ülkede büyükelçi olmak gerekmiyormuş demek ki.

Soru basit: Şu an tutuklu bulunan ve neredeyse basın azizi ilan edilen şahsın mesleki onuru ile Hüseyin Gülerce'nin fikir hürriyetine duymamız gereken saygı aynı cinsten ve aynı miktarda şeyler midir?