Güz gazeli

Hazana dair söylenmedik hangi mısra, hangi nükte ve hangi cümle kalmıştır / söz biter lâkin söylenecek olan daima yarım kalmıştır.

Bakabildiği halde görmeyen için mevsimlerin raksında ne mânâ var / görebilenler için bir kıyıda daima delinmemiş bir inci, çıtlatılmadık bir nükte ve şehre muhtaç bir mazmun kalmıştır.


Ömrünce kaç kere çürümüş yaprakların kışkırtıcı râyihâsını koklayarak güz patikalarında güzerân etmişliğinin ne önemi var? / bir düşün ki zihnin, kalbin ve gözün niçin bir daha gelmeyeceğini sandığın son hazan mevsiminde kalmıştır?


Hayatın en mânidar mevsimi niçin hazandır diye sual ediyorsan söyleyim / zira geleni karşılayıp gideni uğurlamak kemâlinin şerefi hazanda kalmıştır.


Yeniden dirilen tabiatın âyetlerini bahar kitabında okumak, yeşeren çimenlerin neş'esini terennüm etmek için dikkat sahibi olmaya ne hâcet / hatırla, baharın kıpır kıpır göğdesinde ölümden sonra yeniden dirilişin taşkınlığından coşkun izler kalmıştır.


Alnında derin fikirliliğin ve endişenin kırışığından eser görünmeyen tâzeler bile baharın teşrifini kanında duyar; cılız sular köpürür, toprak fettan kokular saçarak sabahın esenliğine doğru gerinir / amansız ayazların damarlarındaki suyu bile kuruttuğu dallarda aşk türküleri tutuşurken imkânsız sevdaların vuslatı acaba hangi eyyâma kalmıştır?


Güzelliğinden ne kadar emindir o fettân; dolgun başaklarda hazla eğilir toprağa doğru, rengârenk meyvelerinde dünya nîmetlerinin baştan çıkarıcı lezzetlerini fısıldar rüzgâra / Yaz günlerinin cömert ve vaadkâr edâsı ebedî bir mevsimin kucağına sürükler insanı; bu füsûna kalebend olanın encâmı acep hangi eyvâha kalmıştır?


Ölümlülerin zihninde cennet, ebedî bir yazdan ibaret gibidir; ilâhi bir bereket cennet ehlini doyurur da, yarın endişesinden âzâde kılar sanki; dereler gümrah, denizler ılık, hava latîf ve bal kovanları hiç tükenmeyecek kudret helvalarıyla yüklü gibidir / O yaz ki ebedî cennet rüyâsından bir fasıl, ölümlülerin dudağına sürülmüş bir parmak bala benzer; veyl gaafil olanlara! Onun içindir ki başka mevsimlere erişenlerin aklı—fikri hep yazda kalmıştır.


Yaz vuslattır; hicranların, ukdelerin ve hasretlerin, kıyısındaki visâlin sükûnetine eğildiği sonrasız mevsim; gözde fer, canda kuvvet, tende cilâ ve dimağda tatmin lezzetlerinin parıldadığı yaşların öteki adıdır yaz / Öyleyse söyle artık: hangi fânidir ki cennet nîmetlerini yeryüzünde yaşayıp da neticede kaddi bükülmemiş, gözüne perde düşmemiş ve teni buruşmamıştır; aklını yazda bırakanın gözü de dünyada kalmıştır.


Gönül gözünü yormaya ne hâcet; iki gözü olanın mâlumudur ki dünya bir geçici durak yeridir; gençlik, güzellik ve servet gibi yaz da bir sûret perdesidir; öyleyse çeşm—i ibretle bak da geçici güzellikleri ebedî olandan tefrik etmesini bil / Senin ömründe hiçbir mevsim tekerrür etmeyecektir ve yaşadığın her mevsim ardında kalmıştır.


Yaz rehâvetlerinde kışın meşakkatlerini görenler yanılmadı; bütün mevsimlerin evveli de âhiri de kıştır. Sular çekilir, yataklar kurur, torpak çoraklaşır ve derlenmemiş yemişler çürümeye yüz tutar / Sair mevsimlerden geriye sarı bir beniz ve gençliğine doyamayanların feryâdı kalmıştır.


Ölümün bu dünyadaki çehresidir kış; ölmeden önce ölmeyi akledemeyenlerin varabileceği son iskele, sığınabileceği son gemidir; suları donduran ayaz gamsız çehrelerdeki kahkahaları da pörsütür; bütün aşklar zevâle erer / kar niçin gökten yerlere inip de hayatı memâtın rengine boyar zannedersin; ve bilirsin ki tûl—i emel nâmına ne varsa o beyaz örtünün altında kalmıştır.


Âkıl olanların tek mevsimi nedir öyleyse; âbidler için yaz da hazandır, bahar da / Dünyanın bütün lezzeti, hayatla memâtı güz gibi yüreğinde taşıyanların o ince tebessümünde kalmıştır.


Bozulan yaz bahçelerindeki cümbüşü zevkle seyret; ciğerlerini serin dağ rüzgârlarıyla doldur; yüreğinin çeperlerindeki şiiriyeti güz yağmurlarının rahmet kokulu darbeleriyle yıka. Arkan yaz, önün kıştır; sevinen kadar övünen de yanılmıştır / Hakikat zamanıdır güz; bir mevsim ki zâhir, mutlak'ın zımnında kalmıştır.


İşte zamanı geldi; eğer vecdle titreyip görünende görünmeyeni görmeye niyetin varsa şimdi tam zamanı. Bıçağını bile, ilhâmını kırbaçla, içindeki delikanlıyı uyandır ve zihnini bir yay gibi geriden ileriye doğru ger / Hazan mevsimidir bu; mevsimlerin zübdesi, zamanın çekirdeği, ömrün mahassalasıdır. Yürü; ömrünün bütün mânâsı artık ayak izlerinde kalmıştır.


Eğer çalışmaya cesaretin varsa, ellerin iki dünyayı ayıran kapının tokmağındadır ve eğer söylemeyi biliyorsan en yiğit türküleri çağırmanın tam zamanıdır / Haydi, bir koçaklama olsun sürükleyip durduğun hikâyen; ve bil ki artık bütün zilletler ardında kalmıştır.


Bu bizim tek mevsimimizdir ey yol arkadaşı. Güz toprağına huşû ile koy alnını. Kırlaşan saçlarını hazan yağmurlarıyla vecdle mesh et; rûhûnu, can çekişen tabiatın figânıyla teyemmüm ederek arıt / Bir ayağınla bu dünyayı yokla, ötekiyle ukbâya dokun ve şâd ol: "ibn'ül—vakt" olanların gözü artık şeb—i arus'ta kalmıştır.


Bilinenlerin içine bilinmeyeni koymak ne güç; söylenenlerin içinden söylenmeyeni seçmek ne müşkül; yürüyenlerin arasından duranı, gidenlerin ardından geleni tefrik etmek ne zor / söylenebilecek olanlar söylendi ey dost; söylenmesi gerekenler ise söylenmeyenlerin içinde kalmıştır.


Hazana dair söylenmedik hangi mısra, hangi nükte ve hangi cümle kalmıştır / söz biter lâkin söylenecek olan daima yarım kalmıştır.


Kaynak (Arşiv)