Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Erciş depreminin öğrettiklerini bu defa unutmayalım; aktif deprem kuşağı üzerinde yaşamaya mecbur oluşumuzu, bu defa olsun fırsata çevirmeyi başarabilmeliyiz.

Depremden sonra Başbakan’ın gösterdiği siyasi kararlılık ümit vericiydi; her büyük deprem sonrası yaşadığımız, “Bu defa dersimizi aldık; bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” enerjisini şimdi vakit kaybetmeden işe dönüştürmek gerekiyor. Başbakan’ın tavrı önemli çünkü şehirlerin yeniden düzenlenmesinin ve binalara depreme dayanıklı yüksek standartlar getirilmesinin önündeki en büyük engel, vatandaştan fedakârlık talep edilmesinin siyasi bakımdan oy kaybına sebep olacağı yolundaki beklentidir. Evet, altyapı meselelerine eğilmek, seçilmiş her yönetim için yüksek risktir çünkü altyapı hizmetleri görünmez, kısa vadede olumlu tesirleri hissedilmez ve seçmen kitlesi genellikle bu gibi yatırımları hoşnutsuzlukla karşılar.

Eğer başkaca umulmadık acil gündem maddeleri Başbakan’ı kararlılığından caydırmazsa sadece depreme dayanıklı binalar hususunda değil, güzel şehirlerde, güzel meskenlerde barınmak konusunda olumlu mesafeler alabiliriz. Şehirlerimiz pekâlâ Batılı ülkelerde gördüğümüz estetik seviyesi yüksek, sağlam ve insanca yaşamaya elverişli bir görünüşe kavuşabilir. Sonuç itibariyle, imarsız kamu arazileri üzerine kaçak yapı yaptırıp kısa yoldan köşeyi dönmeyi amaçlayan kapkaççılar hariç tutulursa hepimiz birer kiracı veya ev sahibi olarak meskene, Batılıların harcadığı kadar, hatta ondan belki daha fazla para harcıyoruz. Daha iyi şartlarda iskâna sahip olmanın finansmanını ödedik, ödüyoruz. Bizde eksik olan iki şey var: İlki, herhangi bir siyasi iktidarın, kısa dönemde karşılaşacağı homurdanma ve hoşnutsuzlukları göğüslemek pahasına elini taşın altına koyma kararlılığını göstermesiydi. İkincisi ise şehircilik uygulamalarının nihai safhasında belimizi büken estetik fukaralıktır.

Estetik fukaralık veya görgüsüzlükten ne kastettiğimi anlatmak için kelimelere ihtiyaç yok, sadece yeni bir bakış açısıyla şehirlerimizin hâline göz atmak yetişir. Sağlam ev yapmayı artık öğrendik sayılır da güzel evlerde oturmak konusunda almamız gereken mesafeler var. Bizde toplum genellikle satın alıp oturacağı meskenin iç taksimat ve döşemesine dikkat kesiliyor; son zamanlarda ortak kullanıma mahsus park, bahçe, toplantı salonu, otopark gibi ayrıntıları da hesaba katmayı başardık ancak hâlâ teknik adamlardan ve yüklenici firmalardan “iyi mimarlık ürünü” talep etmeye hakkımız bulunduğunu hatırlayabilmiş değiliz. Son aylarda özellikle tatil günleri gazetelerin sayfalarını dolduran birbirinden tumturaklı mesken reklamlarını alıcı bir nazarla gözden geçiriniz; bu reklam metinlerinde ve fotoğraflarında bize “farklı ve şu anda yaşamakta olduğumuzdan daha yüksek bir hayat tarzı” sunuluyor ama daha iyi mimarlık vadedilmiyor. Çok katlarla yükseltilmiş, sekizinci onuncu katlarında veya teraslarında plastik çiçek bahçeleriyle süslenmiş meskenler bize iyi komşuluk, çocuklar için daha güvenli ve dengeli bir yetişme ortamı, dayanışma vermiyor. Hemen hepsine, “Artık sıradan bir evde oturmak zorunda değilsin, hayat standartlarını yükselt ve borca girmekten çekinme, biz sana yardımcı oluruz” mesajı var.

Bu mesajı reddetmeliyiz çünkü aradığımız çözüm, tam boy gazete sayfalarını dolduran cicili-bicili, havuzlu-saunalı sitelerde değildir. Bunun tam aksine biz merkezî yönetimden, belediyelerden ve inşaat firmalarından şehrin çevresine doğru yayılmış, en çok iki katlı, bila istisna bahçeli ve müstakil otoparklı, aralarında elverişli komşuluk mesafeleri bulunan debdebeden uzak, ehven fiyatlı, sağlam ve zevkli bir mimarlık endişesinin izlerini gösteren şık meskenler talep etmeliyiz. Parasını ödemeye çoktan razı olduğumuz bir ürün hakkında kalitede daha azına rıza göstererek aslında lüzumsuz bir kanaatkârlık sergiliyoruz.

O berbat ismiyle “Kentsel dönüşüm” projeleri yurdun hiçbir yerinde engellenmemeli, tam aksine başta siyasi partiler, mahalli idareler, meslek odaları ve sivil toplum kuruluşlarınca desteklenmelidir; bu projeler, yapısı gereği şehirlerin yeniden biçimlenmesine imkân verecek belki tek çare olarak görünüyor. Düzenlenmesinde aksaklık varsa eleştirmeli ama ana fikri tutmalıyız.

İktidarın muhtemel oy kaybına rağmen şehircilikte radikal kararlar almaya razı oluşu, üç nalla bir at kadar değerli; kalan tek nal toplumun talep ve desteği. Daha iyi şehirlerde, mahallelerde, sokaklarda ve evlerde yaşamaya lâyık olduğumuza inanıyorsak biz de elimizi taşın altına sokalım artık.