Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Bugün bayramın birinci günü; öğle sularındayız ve Allah'ın izniyle hepimiz artık "hacı"yız. "Hepimiz" sözüyle evvela Mekke'de buluşan her renkten yüzbinlerce mümini, saniyen, bir haftaya yakın zamandan beri kader birliği ettiğimiz, birlikte yiyip içtiğimiz, sohbet ettiğimiz ve tam bir dayanışma içinde bulunduğumuz TÜRSAB'daki görevli arkadaşları kasdediyorum. Türkiye'dekilerin sabah saatlerinde yaptığı bayramlaşmayı biz ancak Cuma namazından sonra gerçekleştirebildik ve müessesenin yemekhanesinde hep birlikte içtiğimiz Ezo gelin çorbasıyla mutad bayram soframızın etrafında birbirimizle bayramlaştık. Niçin öğle sularında diye sual edersiniz, yıllanmış hacılar gayet iyi bilir ki Arefe günü seherinde başlayan o müthiş heyecan ve gerilime ilaveten yirmidört saat boyunca katlanılan bedeni meşakkatler, ancak bayram günü sabahının ilk saatlerinde sona eriyor ve gayet tabii olarak her hacı, bir miktar dinlenmek ihtiyacını hissediyor. İşte sabaha karşı Büyük Şeytan'ı kemal"i afiyet ve hınçla taşlayıp haddini bildirdikten sonra kurbanlarımızın kesim haberini alıp birbirimizin saçlarını keserek ihramdan çıktık ve dünyanın en zevkli ve tatminkar yorgunluğuna mağlup olmanın keyfiyle yataklara serildik. Şimdi hepimiz hacıyız; darısı dileyenlere!

Yeşile boyanmış kapılar...

Hacı olmak, biraz da hac yolculuğunun eskiden maddi ve manevi bakımından müşkül olması yüzünden Türk toplumunda yakın zamanlara kadar büyük itibar alâmetlerinden sayılır, selametle yurtlarına dönenler evlerinin kapılarını yeşile boyatırlardı. Bugün artık "hacılık" bir imtiyaz alameti olmaktan çıkıp sıradanlaştı fakat eskiye nazaran galiba taşınması daha ağır bir sorumluluk biçiminde algılanır oldu ve gerçek anlam yükünü bürünmeye başladı. Bugün mezar taşlarına artık "El hac" yazdıran pek kalmadı ama "hacı" sıfatını taşımanın sorumluluğu, eskiden daha fazla hissediliyor gibi. Bu güzel ve önemli bir nükte.

Mescid"i Haram'ı tenha bulmanın dayanılmaz lezzeti

Sizlere Arafat gününü anlatmak istiyorum. Arefeden önceki gün, Hac lugatinde "Terviyye günü", yani azim bir yorgunluk ve mücahededen önce zihnen ve bedenen hazırlanma vakti olarak geçiyor ve hüccacın büyük bölümü, o günün akşamından itibaren Arafat'a yola koyuluyor. Kaldığımız binanın önünden kafilelerle geçen Arafat yolcularını seyretmenin lezzeti bambaşka. Terviyye gününe kadar hacılara bedava hizmet veren servisler iptal edildiği için Mescid"i Haram'ın ziyaretçi sayısında önemli azalmalar görülüyor. Bu fırsattan istifadeyle resmi etiket taşıyan bir araba ile Haram'ı ziyarete gittik.. Mescid"i Haram, koyu lacivert bir Mekke gecesinin ortasında siyah bir inci bir parlamaktaydı. Doya doya seyretmek, ibadet etmek, tavafta bulunmak için ele zor geçen bu fırsatı kaçırmadık. Kana kana Zemzem içtik, üzerimize emanet edilen duaları asıl sahibine tevdi ettik. İnşallah müstecab olur.

Arefe günü sabahı "sticker"li minibüsümüze doluşup (ki bu günlerde resmi geçiş izni tanınan bir arabaya sahip olmak en büyük imtiyazlardan sayılıyor) Arafat'a hareket ettik. Minibüste sadece TÜRSAB bünyesinde çalışan doktorlarla basın mensupları bulunuyordu.

Arafat'ı nasıl anlatmalı? Hafif yükseltilerle çevrilmiş geniş bir plato üzerinde görülebilen her yerde beyaz ihramlarıyla insanların kaynaştığı ve vakfeye durduğu bir ibret mahalli. Dört bir taraftan tekbirler, tehliller ve özellikle telbiyeler yükseliyor. Sadece öğle ile ikindi namazını birleştirerek kılmak haricinde burada insanın Allah'ı bolca zikretmekten daha önemli bir görevi yok.

Aslında insanın dünyada en mühim görevi bundan başka nedir ki?

Arafat'ta hac hizmetleri

Türk hacıları Arafat'a tahsisli bir yolu kullanarak geliyorlar, buna rağmen birbuçuk milyonu aşkın insanın belli saatlerde burada bulunmak ve ertesi sabaha karşı Müzdelife'de olmak mecburiyetinde kalışı büyük bir trafik problemi doğuruyor. Öyle ki akşam saatlerinde başlayan otobüslerle dönüş faaliyeti, ertesi gecenin yarısına kadar hiç kesintiye uğramadan devam etti. Arafat'ta verilen hac hizmetlerini umduğumdan ve anlatılanlardan daha iyi buldum. Özellikle tuvalet ve kullanma suyu konusunda hiçbir sıkıntıyla karşılaşmadık. Geniş sayebanlar altında rahatça konakladık ve hafif yiyeceklerden mürekkep kumanyalarla ağırlandık.

Standart Hacı!

Arefe günü gece onbir sularında bize de yola koyulmak düştü. İmtiyazlı minibüsümüzle tahsisli yolda ancak Müzdelife'nin başlangıç noktasına kadar adım adım ilerleyebildik. Hemen paralelimizde uzanan bariyerlerle ayrılmış yolda ise mübalağasız yüzlerce hacı otobüsü trafik yoğunluğundan çakılmış kalmıştı. Yeri gelmişken hacca belirli bir organizasyonla gelen ve hüccac'ın büyük çoğunluğunu oluşturan insanların halinden bahsetmek isterim. Grup halinde hareket mecburiyeti yüzünden kendi aramızda "standart hacı" diye tabir ettiğimiz bu insanlar, bizim gibi imtiyazlılara nisbetle daha büyük meşakkatlere göğüs germek zorunda kalıyorlar. Grup halinde hareket şüphesiz, çevreyi bilmeyen hacılar için son derece emniyetli ama o derece disiplin gerektiriyor. Yine de görüp konuşabildiklerimin hallerinden pek şekva ettiğine şahit olmadım. Onlar turistik geziye değil Hacca geldiğinin bilinciyle bulabildikleri her nimete şükrederek sabrediyorlardı.

Mahşerde gurbet

hissiyle sarsılmak

Müzdelife'de arabadan indikten sonra hadisenin büyüklüğünü kavrayabildim. Ucu bucağı görünmez bir insan ve araç kalabalığı içinde yüzbinler, tek istikamete yani Mina'ya ulaşmak gayretindeydiler. O çılgınca yoğunluk içinde insan tek bir vakıayı hatırlayabiliyor: Mahşer! Herkesin kendinden ve kendi nefsinden sorumlu olduğu o büyük herc ü mercde insanın ruhuna koyu bir kıvam halinde yerleşip kalan gurbet ve yalnızlık duygusunu, o müthiş derinlikler taşıyan hüznü tarif edebilmem mümkün değil. Küçük kafilemizle çok seri hareket etmeye çalışarak Mina'ya doğru ağır ağır kımıldanan devasa kalabalıktan bir parça haline geliyoruz. Yorgunluk duymak ve sızlanmak aklıma geldiğinde hemen yanı başımda elinde bastonu ve bükülmüş beliyle kameti eğrilmiş nice yaşlı ninenin ve dedenin, bir delikanlı ve genç kız çevikliğiyle direndiğini görüp hicap duyuyorum. Bu nasıl bir aşktır, bu nasıl bir şevktir ki yerinden kalkamayacak gibi görünen kadidi çıkmış ihtiyarları, sırtındaki onlarca kiloluk yüke rağmen ayakta tutabiliyor?

Mina'ya yaklaştıkça yollardaki kalabalık nisbeten seyreldi. Kabul etmeliyim ki ömrümde o kadar kısa zaman içinde bu kadar yol katetmemiştim. Yorgunluktan ayakta duramayacak hale geldiğimizde yol kenarına bir lahzalığa kıvrılıp kalmak, sağda solda geceleyen hacıların suyunu paylaşmak ve birkaç dakika sonra bir delikanlı diriliğiyle yeniden ayağa kalkıp yola koyulmak ne kadar güzeldi. İşte böylece tam dört saat yürüdükten sonra Mina hudutlarına girdik. Artık iskametimiz Büyük Şeytan'ı bir güzel recmedip fıkhen "hacı" unvanı kazanmaktı. İçimizde daha tecrübeli olanlar Hacc'ın en kritik ve en zorlu etabının Büyük Şeytan'ı (Cemerat'ül Kübrâ) taşlamak olduğu konusunda bizi yeterince bilgilendirmişlerdi ama biraz da erken davranmanın ödülüyle sağlık, safalık ve kolaylıkla bu görevimizi de yerine getirdik.

Şeytanın hicabı ve zafer

Büyük şeytanı temsil eden taş dikeltinin kendisine savrulan minik taşlar altında hicab ile kaskatı kesildiğini zannettim bir an. Belki de bu muazzam rüknün bütün maksadı, şeytan'ın ezeli utancını bizlere hissettirmekti. Attığımız taşların nefsimizin azgınlıklarına isabet etmesi dileğiyle oradan ayrılıp Şişe semtine yöneldik. Büyük Şeytan'dan sonra yollar hacı olmanın zafer hissini ve lezzetini yaşayan insanlarla doluydu. Birkaç kaldırım molası daha yaptıktan sonra evimize ulaştık.

Bu bayram bizler için artık çifte kavrulmuş bir mânâya bürünmüştü.

Not: Gecikerek de olsa bütün okuyucularımın, akrabanın, komşu ve arkadaşların Kurban Bayramı'nı tebrik eder, cümlesine hayır ve saadetler dilerim.