Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Dalga geçmekle iş yapmak arasındaki farkı izah etmeyi denediğinizde zorlanacağınızı fark edeceksiniz; aylakları, boşa zaman geçirenleri, lüzumsuz işlerle uğraşanları, hatta hiçbir iş yapmayıp düpedüz yatanları bile dalga geçmekle suçlamak kolay değildir. Yan gelip yatmakla istirahat etmek, horul horul uyumakla vücudun uyku gıdasını teskin etmek, boşa zaman geçirmekle zihni dinlendirmek uzaktan benzer görünüyorsa da birbirinden çok farklı şeylerdir. Size aylaklık ediyor gibi görünen biri, belki uzun bir mesaiden sonra en çok hoşlandığı şeyle uğraşıyordur.

Eski tâbirle enfüsî, frenkçesiyle relativ, sizin anlayacağınız göreli işler bu işler.

Yo, tembelliği medhedip, kaytarmak için bahâneye bakan takımına meşrûluk berâtı icad edecek değilim: Anlam çoğu defa gridir.

Haydi bir örnek verelim de teorinin bulanık sularını durultalım biraz. Bilgisayarla iş görenler bilirler; klavye bir zaman sonra kirleniverir. Dalgacılıktan hoşlanmayan, vaktini zalim bir iktisat kavrayışıyla değerlendirmekten hazzeden ve herkesi kendisi gibi düşünmek zorunda zanneden biri için klavye temizlemek boş iş anlamına gelebilir; bu yorum tarzını şiddetle reddediyorum. İşte bakınız, temizlik kavramının olumlu mânâsı ile boş şeylerle uğraşmanın menfiliği iç içe giriverdi bile.

Fark ettiniz, ben klavyeyi temizlemeden bilgisayarda iş görmekten hazzetmem; beni, bu iş için her daim masa üstünde bulundurduğum limon kolonyası şişesi ve pamuklu çubuk kutusu yardımı ile harf tuşlarının eğik yüzeylerini dakikalarca temizlerken gören yakınlarım, "yine yazacak şey bulamadı da, dalga geçerek ilham meleğini tavlamaya çalışıyor" diye düşünebilirler; bu yazı hariç tutulursa pamuklu çubukla klavye temizlemenin ilham meleklerini rikkate getirdiğine hiç şahit olmadım. Bu satırları okuyanlar, temizlik takıntım olduğunu düşünebilirler; alâkası yok. Bazen delice bir hamaratlık şevkiyle işyerindeki tuvaletlerin ve lavaboların fırça ve tuz ruhu ile ovulması eylemini bizzat ve şahsen deruhte ettiğim vaki ise de istisna zümresindedir. Kezâ, bir türlü konu bulamamak krizine kapıldığımda çalışma masamı bacaklarına kadar sabunlu bezlerle oğuşturup, pencere camlarındaki yağmur lekelerini ortadan kaldırmak için gündelikçiler gibi pencere küpeştelerinde gezindiğim de görülmüştür; o da istisnâdır.

Kalem kutusunda yazmayan ve bir işe yaramayan kalem bulunduranlar hakkında hiç de iyi şeyler düşünmediğim için, evdekilerle birlikte sayısı bir düzineyi bulan kalem kutularını sık sık elden geçirip onlarca kurşun kalemin ucunu sivriltmek, kurumuş tükenmez kalemlerin işe yaraması muhtemel (?) aksamını çıkardıktan sonra çöpe atmak, ucu kararmış silgileri sert bir kağıda sürterek beyazlatmak gibi şeyler de bence dalga geçmekle izah edilemez; kalem dediğin, el atıldığında yazmaya hazır olmalıdır, o kadar.

Size dalga geçmek gibi görünen, belki de önemli kararlar ve eylemler arifesindeki hazırlık etüdleridir. Atletizm müsabakalarında dikkatinizi çekmiş olmalı; kamera bazen bir atlete yoğunlaşır, onun derin derin düşünüp birtakım kelimeler mırıldandıktan sonra elleriyle yüzüne esaslı şaplaklar çekip yüksek atlama çıtasına doğru yaylana yaylana seğirttiğini görürüz; boşuna mıdır, dalga mı geçiyordur, yoksa dünya rekoru kırmak için kendini iknâ ile mi meşguldür?

Belgesellerde burnunun ucuna konan sineği bile kovalamaya tenezzül etmeyen arslanlar, kaplanlar görürüz; öylece yan gelmiş uyuklamakta olduklarını zanneder yanılırız; halbuki kral hazretleri ya öğle şekerlemesi ile meşguldür ya da az önce mideye indirdiği semiz bir avın sindirimi gibi hayati bir fonksiyonu icra etmektedir!

Okumak son zamanlarda övülesi bir eylem olarak kabul gördü; biz çocukken çok okuyanları -kız ise- "kafayı romanla bozup artist olacak", -erkek ise- "bunun işde güçde gözü yok, bari kaportacıya verelim" diye muaheze ederlerdi. Ergenlik çağını geçtiği halde hâlâ okumakta diretenleri ise, -namazda niyazda gözü yoksa- kısaca "komünist midir nedir?" şeklinde nitelemek âdeti vardı.

Okumak dalga geçmek midir; mahalle arasında top kovalamak aylaklık mıdır, o caanım danteller, elörgüleri lüzumsuz mudur; düzinesi pazarda iki liraya satılan sehpa örtülerinin daha iyisini yapacağım diye günlerini ve göz nurunu selsebil eden ev hanımları vakitlerini israf mı etmektedirler?

(Hanım okuyucuların bulunduğu tribünlerden, "aslaa, hiçbir zaman" sesleri!)

Oralarda birinin, "Peki mesai ortasında koltuğu geriye doğru yaslayarak uyuyanları da ayıplamayacak mıyız?" diye çileden çıktığını görür gibiyim; karar vermekte acele etmemek lâzım; belki de zihninde emeklilik dilekçesinin ayrıntılarını hesaplamakla meşguldür adamcağız.

İşin âhirine bakmalı o zaman; bir arslanı geri geri giderken gördüğünüzde, "hayvancağız kafayı yemiş herhalde, yazık, vah canıım" diye yerinmekte acele etmemek gerekir; belki de bir saniye sonra üzerine çullanacağı yaban keçisine saldırmak için geriliyordur. Elektrik ampulünü ve sair nice harikayı icad eden Edison'un ilkokulda resmen ve alenen tembeller sırasının en arka safında pinekleyen bir çocuk gibi göründüğünü de unutmayalım; dar görüşlü bir öğretmen, çocuğun velisini çağırıp, "bu oğlandan hayır yok, fuzuli masraf etmeyin, badanacının yanına verin bir meslek öğrensin" demiş olsaydı iyi mi olacaktı, kötü mü?