Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

En güneydeki Yayladağı kapısından Şemdinli’ye kadar, Suriye ve Irak sınırımız ateşte unutulmuş bir tencereyi andırıyor. Suriye’de kısmen dâhil olduğumuz kanlı bir iç savaş yaşanırken Irak tarihinin en karmaşık günlerini geçirmekte.

İki ülkeyle diplomatik ilişkilerimiz büyük sıkıntı içinde ve ne yazık ki her iki ülkenin de içişlerine fiilen karışmış olmamıza rağmen, etkisiz durumdayız.

Geçen hafta ABD hava unsurları, Türkiye hududuna yaklaşık 100 km mesafedeki IŞİD bataryalarına hava saldırısı düzenledi. Türkiye’nin Millî Savunma Bakanı ertesi gün, “Karışmıyoruz, destek vermiyoruz” mealinde açıklama yaptı; bu açıklama, Türkiye’nin “Bölge gücü olmak” iddialarına en yetkili ağız tarafından yapılmış hayli mahcup bir tekzipti. “Desteğimiz yok” cümlesinin arkasındaki sebebi herkes biliyor: 49 diplomatik görevlimiz iki aydan beri terörist unsurların elinde rehin, hatta canlı kalkan durumunda. IŞİD sadece diplomatlarımızı değil, dış politikamızı da canlı kalkan gibi kullanıyor.

Dışişleri Bakanlığı, 49 Türk’ün -neredeyse göz göre göre- teröristlerin eline düşürülmesinde birinci derecede sorumludur. Şöyle oldu:

Baskın günü, yani 11 Haziran’dan iki hafta önce Musul, IŞİD’in kontrolüne girmeye başlamıştı; bu esnada Türk yetkililerinin IŞİD’le temas içinde oldukları ve “Türk başkonsolosluğuna dokunmayacağız” yolunda bir teminat aldıkları anlaşılıyor. Baskından dört gün önce terörist militanlar şehre sızmaya ve geceleri varlıklarını hissettirmeye başlıyorlar. 9 Haziran Pazartesi günü Başkonsolosluğa, Musul’daki Irak merkezî hükümet yetkililerince ilk ikazlar geliyor ve tahliye için hazırlıklar başlıyor. Bu noktaya kadar bir istihbarat zaafiyetinden bahsetmek mümkün değil. Baskın anına kadar iki gün boyunca Ankara, olup biteni doğru değerlendirmek konusunda bir sıkıntı yaşıyor; bu açık. Konsolosluğu tahliye etmeye, muhtemelen, “Bayrağı indirip kaçtılar” şeklinde yorumlanır endişesiyle cesaret edilemiyor. Son karar konsolosun iniyatifine bırakıldığında ise artık vakit çok geçtir. Önceleri, “Sizinle derdimiz yok” mesajları gönderen IŞİD teröristleri çarşamba günü binayı basıp içindekileri rehin alıyor.

IŞİD teröristleri, Musul baskınından sonra Irak ve Suriye haritasını anlamsız hâle getiren hızlı ve vahşi terörist eylemlerde bulundular, katliamlar yaptılar; bölgede Sünnî olmayan Müslüman ve Hıristiyanları baskı altına alarak göçe zorladılar ve Erbil’i tehdit etmeye başladıklarında ABD duruma müdahale etti.

Bu denklemde Türkiye yok; sebebini MSB biraz da mahcup bir dille itiraf etti. Elbette 50 vatandaşımız insan kasaplarının elinde tutsak iken IŞİD’e karşı açık operasyon yapmanın savunulur bir tarafı yoktur fakat bu hadisenin ağır bir siyasi bedeli vardır ve bu bedeli henüz kimse ödemedi.

Rehineler bu saatte henüz teslim edilmedi. Seçim günlerinde MSB, “Serbest kalacaklar, bir iki güne bekliyoruz” dediyse de aradan iki saat bile geçmeden sözlerini geriye aldı. Gelen son haber rehin Türklerin bir Sünnî kabilesine emanet edildikleri ama onların da IŞİD’den korktukları için teslime yanaşmadıkları şeklinde. Şu dakika itibariyle düşen habere göre IŞİD’in rehineleri belirli gruplara ayırdığı ve rehine gruplarının IŞİD yöneticilerinin kaldığı evlerde canlı kalkan olarak tutulduğu öne sürülüyor.

Başından sonuna skandal; Meclis önünde ve halk huzurunda hesabı verilmesi gereken ağır bir görev ihmâli bu. Türk Dışişleri gerek siyaset ve gerek kurum olarak bugüne kadar hiç bu kadar aşağılanmamış ve eli kolu bağlı bırakılmamıştı.

“Bir dışişleri bakanı ve bir hükümet nasıl başarısız sayılır?” sorusuna verilecek cevap seçenekleri arasında, şu anda yaşadıklarımızı kimse tasavvur edemezdi. O da oldu fakat sorumlular mikrofon başına geçince, “Ciddiyetle takib ediyoruz; durum kontrol altında” mealinde şeylerle kamuoyunu avutuyorlar.

Başka hangi sebeple istifa edilir; başka hangi türden bir rezaletle Türkiye’yi bu derece beceriksiz ve utandırıcı bir pozisyona düşüren ihmalin sorumluları sigaya çekilir? Bu konu hakkındaki yayın yasağı, iktidar yanlısı basının ve TRT’nin sessizliği ile birleşince işte böyle bir hicap manzarası çıkıyor ortaya.

Sözün bittiği yerdeyiz.