Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Sona erdiği ilân edilen siyasi İslam, mahiyeti itibariyle bir köylü yorumuydu; "halkın % 99'u Müslüman; Müslümanlar tarafından kurulan ve desteklenen bir parti açık ara ile iktidar olur" gibi basit bir aritmetiğe dayanıyordu.

Hesabın yanlışlığı âşikârdı; ama âşikar yanlışların fark edilmesi bile buralarda en azından yarım asırlık zaman kaybına mal oluyor. Netice hazin; iş bugün "vallahi billahi siyasi İslamcı değiliz" noktasına kadar geldi ve modernitenin, siyasi İslamcı görüntüsünü silmek için en iyi leke çıkarıcı olduğu kabulüne kadar dayandı.

Şüphesiz başka türlüsü mümkündü; ama sabır ve sosyoloji gerektiriyordu; "başka türlüsü"nden kasdım Müslümanların siyasi yelpazede her şeyi İslâmileştirmek iddiasıyla alenen temsilini değil, kamu yönetimi cihazını iyi ve adil bir çizgiye çekmek için Müslümanların katkıda bulunabilmesini kasdediyorum. Bu imkân bugün ancak, aşağılayıcı takiyye manevralarına katlanmak şartıyla mümkün hale getirildi ve inançlarına ters düşmeyecek tarzda kamu yönetimine katılmak isteyen kitlelerin sert izolasyonuyla neticelendi. Bir yerde değil çok yerde hata yapıldığı kesindir ve neticede inanç kimliklerini koruyarak "kamu"ya katılmak isteyen insanların vakarsızlaştırılması noktasına kadar gelinmiştir. Geçtiğimiz hafta Zaman'da ilginç ve bir gülünç bir haber dikkatinizi çekmiş olmalı. Yurtdışında doktora yapan bir Türk genci, niçin öğretim üyesi kadrosuna atanmadığını sual edince ilginç bir cevapla karşılaşır; eşi başörtülüdür. Rezaletin son perdesi ise şöyledir; eşinin başörtülü olduğu ileri sürülen delikanlı bekârdır!

Sistemin, siyasi İslâm'a karşı kendini korumaya çalışırken dengesiz güç ve şiddet kullanması, son tahlilde, "Haşema değil mayo giyiyoruz" yaklaşımıyla tutunmaya çalışan siyasi İslâm versiyonunun güçlenmesinden başka bir işe yaramıyor. Gariptir ki bugün siyaset havuzuna girenler, altlarındaki libasın ne idüğünü bizzat nitelemeyecek derecede inisiyatifsizleştirmiş haldeler. Sistem ölçüsüz güç kullanarak, esasen çok sığ bir sosyal program sunabilen siyasete teşne "İslâmi" kesimleri bir yandan vakarsızlaştırırken aynı zamanda ödüllendirmiş oluyor. Mağdurlar daima üzerlerine sempati ve merhamet celbederler; merhamet anlık görüntünün doğurduğu bir duygudur; evveliyat hesaba katılmaz. Damdan düşmüş birinin sâbıkasına bakılmaz; damdan düşmüş olmak, o ânın şefkat psikolojisini idare eder.

"Hata yapa yapa doğruyu bulduk" görüntüsü inandırıcı değil; bazı mesleklerde bu kadar hata hoşgörülmez; siyaset bu noktada tebabete çok yakın duruyor. Beşeriyetin geleceği uğruna bir hastayı harcamak ne kadar totaliter bir zihniyet ürünü ise, gelecek nesiller uğruna bir nesli vakarsızlaştırmak da aynı derecede total bir körlüktür. Yukarıda "sabır ve sosyoloji"de bahsettim; sabır, yanlış adımların üzerine kurulmuş bir stratejiden daha fazla bir şeydir.

İşte bundan ötürü, siyasi İslâm'ın birbirinden vahim yanlışlarla dolu son otuz senelik vetiresi, neticede ortaya her haliyle itimad olunabilecek bir "Müslüman Demokrat" tipi çıkaramadı. "Başka türlüsü"nden kasdım biraz da budur. Türk demokrasisine soluk ve ufuk kazandıracak bu yeni "siyasi insan" tipine hemen hiç yatırım yapılmamış olmasının vebali büyüktür ve bu vebalin adresi bellidir. Bu öyle ağır bir vebal ki, günün birinde hakikaten "Müslüman demokrat" kompozisyonunun içini doldurabilecek mutedil ve vasıflı kuşakların kamu yönetimine katılma imkânları berhava etmiş bulunuyor. Doğrusu azbuçuk misyon değildir bu!

Yenilik? İstikameti ve hâmulesi nedir? Türkiye'de "millîci" siyaset çabuk ve fena tüketildi; dinî değerler üzerinden siyaset heyecanı yaratmanın itibarı kalmadı; ne modern muhafazakârlık, ne de demokratik solda yaprak kımıldamıyor; kezâ ortada "yeni" isim de göremiyorum. Gerçekten "yeni" niteliğini taşıyanlar ve siyâsete yeni bir rüzgâr getirebilecek olanlar "sahnedekiler" değil bana göre.

Bir kilitlenme hâli yaşıyoruz; ancak itidal, ilim ve zamanı doğru okumak(sabır)la çözülebilecek bir kilitlenme.