Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Kanuna uygun olmayan yollarla elde edilmiş ses ve görüntü kayıtları üzerine hüküm bina etmenin, esası sakatlayacak derecede bir usûl hatâsı olduğunun farkındayım; bugüne kadar internete düşmüş ses kayıtlarından yola çıkarak bir şey yazmamaya dikkat ettim. Şimdi, tasvib etmediğim halde bir generalin ses kaydında söylediklerini değerlendirmek istiyorum; hemen ifade etmeliyim ki, bu iktibası “suç atmak, itham etmek” için değil, “anlamak” kasdıyla yapmak durumundayım, çünkü söylenenlerin önemli bir temsil niteliği olduğu kanaatine vardım.

“TÜRKİYE İSLAMLAŞIYOR, ÇOK FECİ BİR ÜLKE OLUYOR”

Halen görevi başında bulunan ve adı darbe teşebbüslerinden birinin sanıkları arasında geçen general, evlatlarına hitaben öğütte bulunuyor ve diyor ki, “Amerika’ya yerleşmek üzere hayatını kuracaksın tamam mı? Çünkü Türkiye Araplaşıyor, İslamlaşıyor çok feci bir ülke oluyor. Amerika şart değil yani Kanada olabilir Japonya da olabilir, Çin de olabilir ama sen dışarıda kurucan hayatını başka çaremiz yok. Hepimizi sen kurtarıcan. Ülkem’in pasaportu ve senin aklın ona göre. Ülkem’in tabii Ülkem’in de aklı var, Ülkem kızım dedim, Amerika-Londra bacağını sağlam tut dedim. Can’a da söyle planlarınızı ona göre yapın. Çünkü sizin yaşayacağınız ülke, her metrekaresine bir cami düşecek ve ezandan uyuyamayacaksın zaten. Çok problemli. Sizin nesil kurtarsın kendini siz kurtarın tamam mı? Sen dediğimi yap hedefini ona göre çiz.”

Bir babanın evlatlarına bu tonda öğüt vermesi, öğütten de öteye giderek, “Gidin buralardan, canınızı kurtarın” diyecek durumlara gelmesi, -sebebi doğru olsun veya olmasın- çok ciddi ve üzülecek bir durum. Bu nasihatı dinleyen evlatların neler düşünüp hissedeceğini tahmin etmek zor değil. Bir insan, eğer söylediği şeylere kesinlikle inanıyor ve doğruluğundan hiç şüphe etmiyorsa evlatlarına böyle acı bir tavsiyede bulunabilir.

Peki, durum gerçekten “feci” mi; Türkiye, kaçanın canını kurtaracağı bir ülke haline mi geliyor?

SAMİMİYET, ANLAŞILABİLİR BİR ŞEYDİR...

Türkiye’yi iki yıldan beri sarsan ve toplumun temel tabakaları arasında fay kırıklarına sebep olan darbe teşebbüslerinin dayandığı temel mantık, yukardaki endişeli satırlarla üç aşağı beş yukarı aynıdır. Darbeciler, kendi mantıklarına göre düpedüz bir “askerî darbe” yaparak, kendilerini önemli, tarihin seyrini değiştirmiş insanlar safına katmak için harekete geçtiklerini düşünmüyorlar; onlar Türkiye’nin hakikaten feci bir ülke haline gelmek üzere olduğunu, tehlikenin burnumuzun dibine kadar geldiğini, rejimin önemli bir karşı darbe tehlikesi altında bulunduğunu varsayıyor ve yine kendi mantıklarına göre ülkeyi bu feci durumdan kurtarmak için, kendilerini feda edercesine öne atılmaları gerektiğini düşünüyorlar. Hiç değilse önemli bir kısmının bu tarz muhakeme yürütmekte samimi davrandıklarını düşünüyorum.

Samimiyet anlaşılabilir bir şeydir, anlamaya çalışıyorum; anlamaya çalışmalıyız. Anlamaya çalışmalıyız çünkü zor kullanarak, gerektiğinde devletin egemen güçlerini, yargıyı, bürokrasiyi hatta orduyu seferber ederek rejimi korudukları inancını taşıyanlar, aynı zamanda kendi hayat tarzlarına yönelik ciddi bir tehdidin varlığı hakkında tereddüd etmiyorlar. Bu tehdidin varlığı, bugünün başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 1994 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini kazandığında ilk defa açık seçik ve yüksek sesle telaffuz edilmişti: “Bunlar yarın belediye otobüslerinde haremlik-selamlık uygulaması yaparlar, başını örtmeyen kadınları tâciz ederler mi, lokantalardan içkiyi, birayı kaldırırlar” diyorlardı. Aradan yıllar geçtikten sonra bile 2007 yılında yapılan Cumhuriyet mitinglerinde de aynı korku tema’sının seslendirildiğini duyduk: Rejim yine tehlikedeydi, irtica kol geziyordu, laik hayat tarzı tehdit altındaydı vb...

TOPLUMLA GÖRÜNÜR HALE GELEN LÂNETLİ SINIF

Bu garip bir durum; rejimi ve hayat tarzlarını tehlikede gören insanlara oranla, böyle bir tehlikenin varlığına inanmayanlar daha fazla; bu durumda, “Türkiye feci durumda” diye bir şeyler yapmak lüzumuna inananların, tehlikeye inanmayanlardan daha öngörülü, daha zeki, daha fazla bilim verileri kullanan insanlar olduğuna hükmetmek gerekiyor. Oysa ki Türkiye’de olup bitenler, “Batıyoruz, siz kaçın kurtulun bari” diyenleri desteklemiyor. Türkiye’de bazılarına tehlike gibi görünen şey, rejimin başından beri tehdit gördüğü için siyaset ve toplum dışına itilen kitlelerin siyaset ve toplum alanlarında varlıklarını hissettirmesi olmuştur. Evvelce sahnede görünmeyen insanların siyasette, bürokraside, iş dünyasında, eğitimde, medyada görünür hale gelmesidir esas değişim. “Bir şeyler yapmalıyız, karşı devrimciler hayat tarzımızı tehdit ediyor” diyenleri aslında panik hâletine sürükleyen sebep, karşı devrimci saydıkları kitleleri, bu kitlenin liderlerini ve sözcülerini, modern hayatın icaplarına en az kendileri kadar, hatta daha fazla bir eğilimle intibak göstermeleri oldu. Devletin tesisinden bu yana resmî ideolojinin sürekli lânetlediği Müslüman, muhafazakâr, sağcı, dindar insanlar iktidarı kullanabildikleri zaman zarfında ülkeye dinamizm kazandırdılar, üretimi artırdılar, bürokrasiyi daha verimli kullanmayı başardılar ve buna ilaveten laikçi kesimin anlayamadığı şekilde moderniteye uyum gösterdiler. Teknoloji kullanmakta, parayı yönetmekte, devlet idare etmekte, şirket kurmakta, belediye işletmekte, eğitim programları yapmakta lânetlenmiş kesimin, lânetleyen kesimden daha uyumlu ve becerikli çıkması hesapta olmayan bir şeydi. Onlar, lânetledikleri kesimi hep köylü kalacak, mesleklenemeyecek, eğitime karşı direnecek, kadın-erkek eşitliğini reddedecek, modernliğin bütün alâmetlerine direnecek ilkel bir yaratık gibi tasavvur etmişlerdi hayalhânelerinde. Lânetleyenler hep yönetici, lânetlenenler hep yönetilen olarak kalacak ve bu paylaşıma itiraz etmeyi akıllarından bile geçirmeyeceklerdi.

Olmadı, farklı bir şey oldu daha doğrusu...

DÜNÜN KÖYLÜLERİ BUGÜN ÜLKEYİ YÖNETİYOR

Olup biten şudur: Türkiye’de sekiz seneden beri lânetleyici kesimin ürperdiği bir zihniyetin temsilciliğini yapan parti, iktidarı kullanmaktadır. Tahammül edilemez olan, iktidarı kullanmakta gösterdikleri beceri ve uyumdur; işte bu beceri ve uyum ki, kendini ilelebed yönetici gibi gören lânetleyici kesimin hesaplarını altüst ediyor, gelecek hakkındaki ümitlerini solgunlaştırıyor.

Dünün köylüleri, bugün Türkiye’yi yönetiyor; iktidarı kullanan herkes gibi onlar da hatâ yapıyorlar elbet fakat “yönetebildiklerini ve yönetebileceklerini” gösterdiler. Bu olguyu geriye döndürmek, yönetme imtiyazını demokratik yoldan kazanabilmek çok zor ve bu durumda rejimin kurucu efendileri, tamamen ideolojik bir gerekçeye sarılarak hayat tarzlarının tehlikede olduğu propogandasıyla beyin yıkamaya çalışıyorlar.

ASKERÎ EĞİTİM SÜRECİ, ASKERİ HALKTAN YALITIYOR MU?

Bu meselede dikkate değer son nokta, evlatlarına Türkiye’den uzaklaşmalarını tavsiye eden babanın, ülkenin en kaliteli askerî eğitim kurumlarında eğitim görmüş birisi olmasıdır ve bu durum askerî eğitim süreçlerinin, Türkiye’nin pratiğinden ne kadar kopuk olduğunu gösteriyor. Şüphesiz askerî eğitim süreçleri esnasında tarih, sosyoloji gibi “anlamaya yarayışlı” dersler de müfredat dahilindedir fakat askerî eğitimin doktriner tabiatı, sosyal bilimlerin hürriyetçi ve kapsayıcı muhtevasını etkisiz hale getiriyor demek ki...

...

Üzülmemek mümkün değil; pek azının bile böyle bir korku ve panik içinde evlatlarına “Kaçın gidin buralardan” diyebilmesi insanın içini sızlatıyor.