Hayat tarzının yeniden üretilmesi ve Mehmet Şevket Eygi'ye dair

Dört-beş sene kadar önce nadir İstanbul ziyaretlerimden birinde yolumuz Çamlıca tepesinde İstanbul Belediyesi'nin işlettiği bir lokantaya düştü. Adını hatırlamıyorum. Farklı bir lokantaydı bu. İskemle yerine sedirler, masa yerine sini sofralar konulmuştu

ve Osmanlı mutfağının yemekleri veriliyordu. Vakit akşamüstü idi, ortalık karardı, birilerinin lambaları yakmasını beklerken bir garson gelip masanın üstündeki kandil benzeri bir eski aydınlanma aracını tutuşturup gitti. Arkadaşıma sordum, bu lokantanın 'tarz'ını, Mehmet Şevket Eygi'nin biçimlendirdiğini söyledi.

"İyi ama ne yediğimi göremiyorum ki" diye yakındığımı hatırlıyorum.

Mehmet Şevket Eygi beyi gıyâben tanıyorum; onda en çok dikkatimi çeken şey, kendi hayat görüşünü uygulamaya geçirmek konusunda gösterdiği kararlılık olmuştur. Giyimi, yazı üslûbu, konuşması, meselelere bakışı kendine mahsustur. Bazı röportajlarında Sultanahmet semtindeki küçücük evini de kendi zevkine göre döşediğini görmüştüm. Bir şeylere direnen bir adam olarak dikkatimi çekmişti. Geçenlerde Milli Gazete'de tatilini nasıl geçirdiğini hikâye eden bir yazısını okudum, hoşuma gitti; bir nevi günlük tarzında kaleme aldığı bu yazı, Sayın Eygi'nin gündelik hayatını nasıl "kendi üslubuna" göre yaşadığını gösteren küçük dikkatlerin süslediği hoş misâllerle dolu.

Hayatını "kendi üslûbuna" göre yaşamak kararlılığını gösteren kaç kişi çıkar; memleketin bilmediğimiz köşelerinde daha başka kaç Mehmet Şevket Eygi vardır? Azlıklarından şüphe etmeyiz, şüphe götürmez bir başka husus ise, bu dirâyeti gösterebilenlerin etraflarında tuhaf karşılanmalarıdır.

Mehmet Şevket Eygi'ye bir "Estet" diyebilir miyiz? Batı felsefesindeki karşılığı ile estet, "güzeli en üstün, en yüce değer kişi" anlamına geliyor; bu mânâ, bir Müslüman'ı tarif etmek için kullanılamaz çünkü Müslüman'ın "en üstün, en yüce değer" saydığı kavram başkadır; güzeli sevmek ve takdir etmek başkadır, güzele tapınmak çok daha başka; ama "Allah güzeldir, güzeli sever" kudsi hadisinin çerçevesinde Sayın Eygi'nin bir Estet kimliğini taşıdığını, İslâmi ve muhafazakâr kimliğini bir başka şeyle mukayese etmeksizin gündelik hayatında, çevresinde ve sözünün geçebildiği her yerde güzellik arayışı içinde bulunan bir insan olduğunu söyleyebiliriz. Bu özelliği ile M. Ş. Eygi bir 'nadide'yi temsil ediyor. Sadece güzeli aramak anlamında değil, güzelliğin bize göre olanını arayan, sezen ve bulduğunda onu işaret eden mânâsında bir nadide. Tercihlerini, tekliflerini, zevkini beğenmeyebilirsiniz ama bize dair mânâ ve ruh ikliminde güzeli arama cehdine saygı duymak zorunda kalırsınız; çünkü o ve onun gibiler, modernitenin sunduğu hazır kalıplara, tariflere ve güzellik anlayışına kolayca teslim olmazlar, zor beğenirler, eleştirirler ve tercihlerini bizzat kendi hayatlarında işler halde tutmaya gayret gösterirler. İşte bu, sıradan insanın savrulduğu ve toplumun genel kabulüne baş eğdiği noktada beliren bir itiraz, bir meydan okumadır. Bu itiraz kaşık, çatalın biçiminden başlar, dinlenme, eğlenme, giyim-kuşam, mutfak kültürü, beslenme alışkanlığı, selamlaşmak ve medenî âdâba kadar daha nice ayrıntıya doğru uzanır gider. İtiraz veya muhalefet, ille de bir şeyi reddetmek değildir ama ille de bir şeyin farkında olmak, onu incelemek, onun niceliği, niteliği veya o çok hoşuma giden Türkçe tâbirle "ne idüğü" hakkında karar ve fikir sahibi olmaktır.

En iyisi bir örnek verelim; bir yazısında bakınız neye dikkat çekiyor:

"Cami duvarları, avlu, büyük giriş kapısı saçma sapan levhalarla doluydu. WC... Kadın erkek... Cep telefonunuzu kapatınız... Ayakkabılarınızı naylon torbalara koyunuz... Camimizi eviniz gibi temiz tutunuz... Müslüman kardeş ayakkabılarını böyle tut (Tabanları birbirine değer iki berbat ayakkabı resmi)... Ecdadımız camilere âyet, hadis, din esaslarını bildiren nefis hüsn-i hat levhaları koyarlarmış, şimdiki Müslümanlar ise 'helâ şuradadır' diye yazılar yazıyor."

Bütün mesele, bakmakla görmek arasındaki farkta yatıyor; camilere her gün milyonlarca Müslüman giriyor ve alıntıda tasvir edilen şeylerle karşılaşıyor; baktığını gören, gördüğü şeylere anlam veren, mukayese yapabilen ve bunlardan bir netice çıkarabilen sayısı çokluğa nisbetle 'nadide'nin adedi kadardır.

Şimdi asıl meselemize gelebiliriz.

Muhafazakarlığın gündelik hayatta modern şeylerle çatıştığını fark edebilenler, "iyi de çözüm nedir; bize çözümden de bahsetmelisiniz" diyorlar. Hemen belirtmek gerekir ki, kendi hayat tarzımıza en azından saygımızı koruyabilmek için elimizde hemen uygulanabilir bir el kitabı yoktur. Vaktiyle kitapçılarda "Muaşeret kuralları" adı altında modernlik lâzımelerini öğreten kitaplar satılırdı ve bu kitaplarda nasıl modern olunacağını gösteren pratik kurallar anlatılırdı. Moderniteyi kabullenmek ve benimsemek için fazlace enerji tüketmek gerekmiyor; "zaman sana uymazsa sen zamana uy" tavsiyesine baş eğmek kâfidir ama modern icapları bir bütün olarak kabullenmek yerine seçici davranmak lüzumu hâsıl olduğunda, iş hiç de kolay değildir. Akar suların çarptığı bir kayanın zamanla kireç tutması veya aşınması gibi uzun zamanda vuku bulacak bir birikime ihtiyaç vardır. Vaktiyle biz böyle bir birikime sahiptik ve yaşadığımız dünyayı, bütün lâzımeleri ile inandığımız değerlere itaat eden bir kavrayışla algılama ve biçimlendirme üstünlüğüne sahiptik. Bu imtiyazı kaybetmekliğimiz bir yana, o değerlere ve dolayısıyla bizatihi kendimize duyduğumuz saygıyı da aşındıran bir kuşak olarak işimiz hiç de kolay değildir. Mehmet Şevket Eygi, işte bu karmaşık zihni ortamda kendi bildiğince doğruları arayan ve kendi hayatında tatbik eden bir nadide olarak değer taşıyor. Onun teklifleri şüphesiz kendini bağlıyor ama tercihlerinden başkalarını da haberdar etmesi, mücessem bir kayayı aşındıran su damlaları gibi tesir yapmaktadır. Belki çoğunluğun davranışına göre pek ehemmiyetsiz, pek ince bir anlam katmanıdır bu ama asla önemsiz ve değersiz değildir.

İlle de bir yerden başlamak için teklif bekleyenlere şu cevabı vermek mümkün: Bir problemin çözümü, o problemi problem olarak tanımak ve anlamakla başlar.


Kaynak (Arşiv)