Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Bir gazetenin internet sitesinde CHP'nin genel başkan adayları arasında anket düzenlenmiş; "tıkla, sonuçları öğren" diye bir buton var. Merak edip tıklayınca açılan yeni sayfada anket sonuçlarını görüyorsunuz hakikaten ama hemen altında bir ikaz cümlesi okunuyor: "Bu anketin bilimsel değeri yoktur."

Şu kadarcık olsun nâmuskârlık serdedilmesi güzel şey. Aynı inceliği, kitle haberleşmesinin sair alanlarında da görmek isteriz.

Bir televizyon kanalı türkülerle ilgili yarışma düzenlemişti; iki hafta önce yarışmanın finalini, nezaketen başından sonuna seyretmek zorunda kaldım. Seyredenler biliyor zaten, birinciyi telefon mesajlarının sayısı tayin ediyormuş. Neticede yarışmayı kazanan, en çok mesaj alan kişi oldu. İşin ticari boyutunu fark etmeyip, meseleyi sadece bir sanat yarışması zannedenlerin çokluğu ve kendilerini hakikaten sahici bir heyecan içinde hissetmeleri beni ürküttü; yakın çevremde bile, "falanca yarışmaya mesaj gönderelim çünkü o filanca şehirli" yollu propagandanın çok etkili olduğunu fark ettim. Meğer yarışmanın jüri üyeleri, kendi aralarında tartışır gibi yaparak yarışmacılar arasında sun'i gerilimler ve tarafgirlik tutumları inşa etmişler. Mesele, izleyiciler arasında yarışmacılarından birisine cep mesajıyla yüklenerek bir nevi intikam tavrına dönüşmüş. O günlerde tanıdık bir esnafla bu konuyu konuşuyorduk,

-Sorma hoca, dedi, "Bizim akraba ve tanıdıklar arasında o gece kimsenin kontörü kalmadı. Cümleten filan yarışmacıyı destekledik; neticede kazandı çok şükür."

Neticede bir hesaba kimin daha çok para yatırdığını ölçü alan bir sanat yarışması ama şu ticari tezgâhın, abartılı ve süslü lâflarla görünmez hale getirildiği de âşikâr. O gün birkaç defa tekrarlandığı için aklıma takılan bir "kutsama klişesi"nden bahsetmeliyim;

-Onbin yıllık türküler bunlar!

Veya o meâlde bir cümle. Haydi "bin yıllık" denilse mızrağın çuvala sığma ihtimâli var; bazı jüri üyeleri bilerek veya bilmeyerek Anadolu'nun ezeli kültür birikimine atıfta bulunup durdular; hani şu, "biz de Homerosoğluyuz" hikâyesi.

Ticaret ayıp değil, türküden para kazanmanın da ayıplanacak yanı yok ama insan o esnada şöyle bir yazının ekrandan geçmesini bekliyor, "bu yarışmanın hiçbir ciddi tarafı yoktur; sadece izleyicilerin telefon kontörleri üzerinden para kazanmak amacıyla tertiplenmiştir" gibi bir şey. Böyle bir dürüstlük jesti beklerken, yapılan işin "onbin yıllık türküler" filan gibi aslı astarı olmayan lâflarla kutsanmaya kalkışılmasında korkutucu bir cür'etkârtlık seziliyor.

İnsanı korkuya sevk eden şey, ortalama televizyon seyircisi denilen tipin sâfiyeti (sâfiyet mi demeliyiz yoksa bir başka tâbir mi aranmalı bilmiyorum; sâfiyet kavramı şu cümlede biraz kirlenmiş gibi durduğu için içime sinmedi bir türlü). Gün boyunca kanallardan akan şeylere bakarak ortalama televizyon seyircisi için bir nitelik tablosu tertiplemeye kalkışırsanız siz de korkarsınız: Orta seviyeden daha düşük zekâlı, dedikoducu, röntgenci, ucuzcu, menfaatperest, teşhirci, hilekâr, tembel. Bu esnada kaliteye, üst seviyeye, zahmet ve sabır gerektiren süreçlere tahammül gösterilmemesi fevkalâde dikkat çekici. Bu noktada sorulması gereken sual şu: Bu seyirci kitlesi televizyonun inşâ ettiği bir âhir zaman ürünü müdür, yoksa televizyon yayınları, toplum vasatîsinin yüzüne tutulmuş bir ayna mı?

Televizyon seyircisini sair topluluklardan nasıl tecrid edebiliriz ki; o tüketicidir, seçmendir, "orta sınıf"tır, millî irâdedir, efkâr-ı umûmiyedir, kitle büyüklüğü itibarıyla ciddiye almak zorunda olduğumuz totalite neyse odur.

Öyle midir?