Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Daha önce bahsetmiştim ya, tatilin çalışılarak geçirileni daha makbul. "Daha iyi bir gazete yapmak için neler yapılmalı?" konulu "tatilde mesai"den sonra İslâmiyât Dergisi'nin tertiplediği "İslâmilik Sorunu" meselesinin tartışıldığı toplantıya katılmak şansına da eriştim.

Üç gün boyunca devam eden tartışma intibalarımı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Toplantıya İslamiyat Dergisi'nin yayın kurulu üyeleri, yazarları ve muhtelif ilahiyat fakültelerinde görev yapan akademisyenler ve bazı işadamları katıldı; açılışa Devlet Bakanı Prof. Dr. Mehmet Aydın ve Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu'nun iştirakleri, bana göre nice zamandır hasretini çektiğimiz bir güzellik teşkil etti; dini ilimler sahasında daha önce akademik kimlikleriyle tanınan bu iki devlet adamı, toplantıdaki varlıklarını, diğer akademisyenlere eşit düzlem ve mesafede tutmaya gösterdikleri itina ile nazarımda çok saygıdeğer bir davranış gösterdiler. Meselâ Devlet Bakanı Mehmet Aydın, ilk gün tartışmalarına bir tartışmacı sıfat ve ehliyeti ile katkıda bulunurken, bakan kimliğini toplantı salonunun çok ötelerinde bir yerde bıraktığını hissettiriyordu. Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu ise kapanış değerlendirmesinde yaptığı kısa ve özlü konuşma ile entellektüel iklimden kopmadığını ve hiç kopmayacağını dervişâne bir edâ ile ihsas etti. İslâmiyat Dergisi'nin mânevi babası veya "aksakal"ı Mehmet Sait Hatipoğlu da yaptığı özlü açılış konuşmasından sonra bütün celseler boyunca olanca dikkatini tartışmalara yoğunlaştırmasına rağmen "dinleyici" kalmaktaki ısrarı ile dikkatimi çekti ve bana "tercih edilmiş sükûnet"in bazen nice aktif iştirakten daha tesirli olabileceğini öğretti. Prof. Dr. Hayrettin Karaman Hocamız, toplantıdaki samimi atmosferin timsali gibiydi: Ciddiyetten kopmayan nükteleri ve hemen herkeste uyandırdığı, "Hayreddin hoca ne der?" sualini daima hatırlatan tatlısert edâsı ile topluluğun kimyâsını tayin eden şahsiyetlerden biri oldu.

Toplantıda "İslâmilik" meselesi tartışıldı ve bu meselenin bilgi, hukuk, ahlâk, estetik ve siyaset sahalarına nasıl aksettiği üzerinde duruldu. Katılımcılar arasında felsefe disiplininden gelen gençlerin bir nitelik ekseriyeti teşkil etmeleri yüzünden oturumlarda bir ara tartışma konusundan uzağa düşülerek "akademizm" tuzağına düşüldüğünü fark ettim; ne var ki hemen akabinde bu tutum yaygın bir şekilde tenkide uğradı ve özellikle genç öğretim üyelerinin, akademik iklime hâkim olan "tercüme dili"ni tercih etmeleri ciddi yakınmalara yol açtı. Daha çok dinlemeyi tercih eden bir katılımcı sıfatıyla ben de, İslâmî ilimlerde "din dili"nden uzaklaşılmasını, problemleri kavramak, dillendirmek ve tahlil etmekte vahim zihni zaaflara yol açtığı tespit edebilmek imkânını buldum. Bu tenkidin, bizzat bu zaafa düşen genç katılımcılar tarafından itirafını ise, en azından problemin varlığı bakımından hayırhah bir gelişme olarak değerlendirmek lâzım.

Toplantı usulünde "sonuç bildirisi" şeklinde bir ortak metin kaleme alınmaması tercih edilmişti; esasen toplantıların basına kapalı olması ve nisbeten dar bir muhit içinde cereyan etmesinin temel sebebi, bu alanda fikir üreten kişilerin birbirlerini daha yakın mesafeden yüz yüze, söz ve göz mesafesinde anlamalarını, eleştirmelerini veya tanımalarını gaye edindiği için toplantıyı kendi açımdan başarılı ve verimli saydığımı belirtmeliyim. Bir problemin teşhisi, çözümü demek değildir ama çözüm için en hayati ilk şarttır ve bu şart bana göre yerine geldi.

Toplantının en leziz dakikaları, Engin Noyan'ın kapanıştan önceki gece davetlilere sunduğu minik resital ve sohbetti; "Kaldırımlardan" ismini taşıyan bu gösteri bize, Norveç'ten Meksika'ya, Kuzey Afrika'dan Avrupa'ya yayılan minik konser repertuvarının, Şeyh Sadi'nin "Beni âdem âzâ"yı yek digerend" nüktesini bir kere daha hatırlatmasıydı. Bu arada değerli ilim adamı Ahmet Keleş'in bağlamasıyla sunduğu "Bozkırdan esintiler" isimli resitali ve "Gönül Nevâsı" isimli tasavvuf musikisi topluluğunun verdiği güzel konseri de minnet ve takdirle zikretmeliyim.

Eksik bırakmayalım: "İslâmilik nedir" sualine verilen cevaplar arasında benim için en kalıcı ve değerli olanı, Mehmet Aydın Hocamızın, "İslâmilik bir mânâda her an 'huzurda' olmaktır." tespitiydi.