Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

"Mobilyasızlık üzerine yeni bir tez" başlığını taşıyan yazı, bu sütunlarda çok deüil henüz beş ay once yayınlanmıştı. Bu yazıda "desinler" temennisinden çok, "bizde yok demesinler" endişesinden kaynaklanan mobilya tüketim tarzını -aklım sıra- tenkid etmiş, eski ev düzenimizdeki sadelik fikrini hatırlatmaya çalışmış, evlerimizi istila eden ve üstelik üç-beş senede daha yenisiyle değiştirmek zorunda kaldığımız eşya kalabalığından acı acı şikayetlenmiş ve son paragrafta başıma gelecekleri sezercesine aynen şunları söylemiştim: "Bu yazının tek kusuru, ele verdiği talkını, kendi nefsinde bir türlü tatbike mecal bulamamış bir muellifin kaleminden çıkmış olmasıdır. Yine de doğru bildiğimi söylemekten vazgeçmeyeceğim; ümid ederim ki bu yazıyı eşim de okuyacak ve en azından bu meseleyi tartışmaya rıza gösterecektir."

Sezgilerim beni yanıltmadı!

Hiçbir okuyucunun merak etmeyeceğini bile bile bir bakıma hayli şahsi sayılabilecek birkaç ayrıntıdan bahsetmek zorundayım: Geçen hafta XVIII. yüzyıl İngiliz üslubunun çizgilerini taşıyan bir salon takımını, bizim evin kapısına kadar getiren servis elemanları, feci mağlubiyetimi tescil ettiler. Yenildim. Artık bizim evde mobilya desinatörü olarak tanınmış George Hepplewhite'dan (*) ilham alan çizgiler taşıyan bir mobilya takımı var. Bu noktada, meseleyi aile içi bir maslahat olarak gözlerden nihan etme hakkını kendimde bulamadım. Elaleme evlerini nasıl döşemeleri, mekanı nasıl tanzim etmeleri hususunda bol keseden ahkam keserken, işin ucunun bizim fakirhaneye kadar dayanabileceğini hesap etmeliydim. Mesele, böylece "amme"ye dair olmasa bile okuyuculardan gizlenmemesi gereken bir nitelik kazandı. İtiraf ediyorum; yenildim!

"Mobilyasızlık üzerine yeni bir tez" başlıklı yazının kaç evde tatlı-sert çekişmelere konu teşkil ettiğini bilemem ama "eline sağlık, ne de güzel noktalara işaret etmişsin" yollu cesaret verici övgüler aldıktan sonra kendimi enikonu "mobilyasızlık feylesofu" gibi hissetmeye başlamıştım; bu satırların yazarına taltif ve teşvikte pek cömert davranan okuyucuların nedense hep erkek taifesinden olması beni uyandırmalıydı ama fark edemedim.

Eşim, aynen o mezkur yazıda bahsettiğim üzere, "en azından bu meseleyi benimle tartışmak" lütfunu esirgemedi; hatta, "İyi oldu, şu mobilya meselesini zaten epeydir konuşmak istiyordum." diyerek konuyu gündeme getirmiş olmama teşekkur bile etti. Belki ben farkında değildim ama, o hala 1978 Türkiyesi'nden çizgiler taşıyan kaditi çıkmış bir koltuk takımını ve artık sanat tarihi kitaplarına geçecek kadar "kıdem" kazanan vitrini inatla koruyup kolladığımızı hatırlatarak tartışmayı başlattı ve ilk sözü bana vermek inceliğini gösterdi. Ben, işin nereye kadar varacağını hiç hesaplamadan olanca heyecanla o mezkur yazıdaki ana fikri, sesime en dokunaklı ve theatral ifadeleri vererek seslendirdim; doğup büyüdüğümüz evlerdeki sadelikten bahsettim; güzel konuşmaya, sesimi yükseltmemeye, makul izahlar ve kuvvetli deliller getirmeye dikkat gösterdim. Konuşmamın sonlarında belagat ve mantık vadisinde yeni bir çığır açtığım için kendimi tebrik etmek bile geçti içimden. Böyle bir takdimden sonra en katı yürekli akademik juriyi bile rikkate getirebileceğimden emindim. Eşim beni sabır ve nezaketle dinledi, bana hak verdiğini, çok güzel düşüncelere sahip olduğumu ve bu fikri gerçekleştirme hayalini kurmama saygı duyduğunu belirtti. O an kendimle iftihar ettim ve, "bu millet hala büyük millet; doğru fikirle karşılaşınca nasıl da kıymetini biliyor" diye düşündüm.

Bu medeni münakaşadan sonra bir hafta bile geçmeden Hepplewhite üslubundan çizgiler taşıyan takımın, salondaki yerini alması arasında geçen bir hafta zarfında, "mobilyasızlık" hakkındaki güçlü fikirlerimin nasıl olup da hükümsüz kaldığını hala anlayabilmiş değilim; anladığım şu: Mobilyasızlık üzerine yeni tezler kurmak pekala mümkün ve muhtemel ama insanın "evdekilere" karşı itaatsizliği göze alması hiç de o kadar kolay değil! Mezkur yazının daha kaç evde buna benzer "içtihat" tartışmalarına yol açtığını bilmiyorum ama farkına varmadan "azmettirdiğim" bütün hemcinslerimden helallik diliyorum.

İtiraf ediyorum, ben yenildim. "Galip sayılır bu yolda mağlup." diyemiyorum. Bütün ümidimi, eğer nasib olursa Hepplewhite taklidi mobilya takımının çaptan düşeceği güne bağladım. Eğer hayata iyimser açıdan bakmayı biliyorsanız bu da bir tecrübe sayilir.

Halbuki hayali bile güzeldi!

(*) Beni onca borcun altına sokan Mr. Hepplewhite'ın izini, "Mobilya Sanat Tarihi" isimli kitapta buldum. (K. Dincel ve Z. Isik, MEB, İstanbul, 1979, s. 118). Ne demeli; toprağı bol olsun!