Her şehre lâzım adamlardan biri

Ali Abi'yi nereden tanıyacaksınız; Ali Şahin ismi okuyucuya âşina değildir; gündelik hayatı çekilir kılan aslında âşinâlardan ziyade iki adım ötemizde yaşayan şöhret bulmamış insanlardır.

Ali Abi, "her şehre lâzım" adamlardandır. Projektör değil kandil, denizden ziyade ırmak, cennetten ziyade yeryüzü nimeti; yakın, dost, iyi, mütevazı ve insan. Başka sıfatları da yok değil ama bu kadarı bile hayatı çekilir kılmaya kâfi değil mi?

Ali Abi evkaf mütekaidi; yakın zamanlara kadar sözlü kültürde bir "evkaf mütekaidi", yani vakıflardan emekli bir insan tipi yaşardı. Evet, evkaftan mütekaid ama ondan çok daha fazla. Evi ile memuriyeti arasında gidip gelen, geçim sıkıntısından yakınan, simit çay ile kifâf—ı nefs eden, yorgun bakışlı, pazar sabahları bile kravatsız sofraya oturmayan tipik bir devlet memuru tahayyül ederek Ali Abi'yi zihninizde canlandıramazsınız. Evvelâ şairdir, hem de iyi şair; heceyle yazar, hem de iyi yazar yazdığını. Sâniyen kitap düşkünüdür. Şöyle tasvir etsem yetişir: Onun tek memur maaşıyla 25 senede kurduğu kütüphane, değme edebiyat profesörünün kitaplığını hicâbından yere baktırır. Sadece kitap biriktiren tiplerden değildir; okuyan kitap düşkünlerindendir. Mücellitliği de vardır fakat ciltcilikteki mârifeti "kendine yeter" derecedendir. Bir yerde duvar kağıdı ile kaplanmış, kaba— saba fakat sağlam bir ciltle karşılaşırsanız bilin ki Ali Abi'nin tezgahından çıkmıştır. Kaba—saba da olsa pek çok cilde değmez kitabı kurtardığı gibi saray mücellidlerinin ilgisine lâyık nice nâdideyi de aynı hazâkatle "kurtarmıştır"; dedik ya, kitap düşkünüdür.

Birkaç yıl önce emekli oldu Ali Abi. Daha emekli olmadan önce mahalli televizyonlarda şiir ve kültür programları yapmaya başlamıştı zaten. Yazıya düşkün değildir; tarz—ı kadîm üzre şifâhi bir adamdır. Az yazar, çokça okur ve söyler. Aksiyonunu sözle, vücutla, zaman zaman dâvûdî ve hamâsî bir makam ile güçlendirdiği sesiyle gerçekleştirir ve tamamlar. Halk şiirinde hakkıyla mütehassıstır. Sesi de pek güzeldir lâkin Mevlâ ona ses güzelliği bahşederken belki de "nazara uğrar" diye musiki kulağı kabiliyetini esirgemiştir. Hiçbir türküyü usûlü ile okuyamaz; bu yüzden musiki meclislerinde maydanoz yemiş bülbüller gibi acılı bir sükût ile yetinmek zorundadır. Bu memleketin nice üstâd sâzendeleri bile Ali Abi'nin icrâ tarzına perde, zihninde cevelân eden gizli âhenge ritim bulamamışlardır. İşin hoş tarafı, Ali Abi'nin kusuru kendinde değil musikişinaslarda aramasıdır. Âşık edebiyatına ve mûsikisine muhabbeti ziyâde olmakla birlikte klasiklere hürmeti büyüktür.

Velâkin öyle bir meziyeti vardır ki, ufak—tefek kusurlarını yâda bile getirmez; sahîdir; ehl—i sehâvettendir. Cömertliği, maddî ahvâliyle mukayese edilmeyecek kadar engin olduğu için büyüktür. Verdiğini gönülden verir, isteyerek paylaşır, yardımdan zevk duyan bir tabiatı vardır. Rızk dağıtılırken ona "doyacak kadar" pay düşmesini mâzeret bayrağı gibi sallayıp durmaz; vaktini, harçlığını, kitabını, ekmeğini, sevgisini ve bilgisini yıllardan beri bölüştürdüğü halde eksilmemiş, bilakis nazarımda devler gibi büyümüştür. Hilkaten derviş yaradılışlı, hattâ biraz da Melâmî meşreptir, kılığına kıyafetine itina edenlerden, ütülü gezmeyi takıntı haline getirenlerden değildir; öyle ki bu haline onun televizyon programlarını seyredenler de şâhit olmuştur. Ali Abi'yi çeyrek asırdır tanırım; bir gün bile kravat düğümünün kapalı gömlek yakasına itina ile oturduğunu görmedim. O böyle de güzel olmasını bilen müstesnâlardandır.

Bükülmez ve hilâfsız bir milli kültür müdafiidir Ali Abi; milliyetçilikteki sert çizgisi zamanla yumuşamış, kültür milliyetçiliği noktasında kıvâmını bulmuştur. Onun indinde kötülere verilebilecek en denî makam "aynaroz"dur. Birisine "aynaroz" dedi mi, bilinmelidir ki fena halde hak etmiştir.

Gençlerle ünsiyeti fazladır; erinmez, yorulmaz, "hastayım, işim var, o kitap bende yok" diye bahâneye sığınmaz; kim kendinden bir hususta kitap yardımı istemişse elini boş çevirdiğini tarihler yazmamıştır.

Ali Abi, bundan bir süre önce hayattaki tek ve en mühim "menkûl değer"i hükmündeki kitaplarını evden dışarı çıkardı. Çarşı kenarında bir iş hanının orta avlusundan bir dükkân kiralayıp sahhaflığa soyundu. Buna nasıl râzı olduğunu hiç birimiz anlamadık ama vefâkar evdeşinin bu işe hayli memnun olduğu belliydi. Bir gün Ali Abi'nin kitapçılığa soyunduğunu işittimse de hemen dükkâna varıp "hayırlı olsun" demeyi beceremedim. Nice sonra bir pazar günü çarşıda karşılaştık; kolkola girip dükkâna doğru adımladık. Dükkan uzunluğuna tam ortadan iki kitap rafı ile kabaca ikiye bölünmüştü. Giriş kısmı sağlı—sollu demir aksâm raflara yerleştirilmiş kitaplarla doluydu. Arka tarafta ise yine kitap vardı ama onların sırt verebileceği bir kitap rafı mevcut değildi. Onlar henüz tasnif edilmemiş, sadece üstüste nizamda tavana kadar yığılmıştılar. Bir ara eli değerse onları da tasnif edecek ve sergileyecekti.

O an, Ali Abi'nin aslında sahhaf dükkânı açmadığını, kitapları çarşıya taşıdığını farkettim. Bir nevi kahır mı desem, ne desem bilmem bir sebepten kitaplar mevzii değiştirmişti; lâf arasında öyle pek kitap satmaya niyetli olmadığını sezdim. Satmaya satardı elbette; nitekim ufaktan tefekten sattığı da olmuştu lâkin bir kitap düşkününün yıllardır rızkından keserek edindiği kitapları teker teker satmağa gönlünün elvermediği de belliydi. Raflarda işime yarar kitap ararken bir taraftan da konuşuyorduk. Gençler buraya da geliyorlardı; Ali Abi de onlara dükkândan çıkarmamak kaydıyla istedikleri kitabı okumalarına veya ders hazırlamalarına müsaade ediyordu. Şöyle okkalı bir kitaba müşteri çıkınca nazlanıyor, belli ki elden gidecek endişesiyle yüreğinde bir yer sızlıyordu.

Hani şöyle ganî gönüllü birisi veya bir vakıf çıksa, "Kaç para bunca kitap?", "Şu kadar!", "Verdim gitti; bu dükkânın kirası da vakfın üstüne lâkin bir şartla", "Nedir?", "Günde en az beş saat mütevelli sıfatıyla bu dükkânda oturacak ve kitaplığı yöneteceksin" dese ne iyi, ne güzel olurdu? Vaziyet tam da Âkif merhumun Safahat'ta anlattığı "boş kese" hikâyesinde olduğu gibiydi.

Ali Abi'nin sahhaf dükkânından beş tane kitap aldım; belki uzun yıllardır arkadaş oluşumuzun hatırına, asla karşılığı olmayan cüz'i bir rakam söyledi. Esasen bu yazıda, o kitaplardan birini anlatacak ve yazarından bahsedecektim fakat yazının girizgâhı, aynı İbn Haldun'un Mukaddime'sinde olduğu gibi aslından baskın çıktı. O meseleye nasib olursa müteakib hafta geliriz.

Size onun şahsından ve şahsiyetinden pek cüz'i bir miktarını aksettirebildim. O ganî gönüllü, yüreği, sofrası ve kitaplığı herkese açık bir Türkmen dervişidir. Her şehri kahrı çekilir kılan az sayıda insan vardır; benim için Ali Abi, yukarda da belirttiğim gibi "her şehre lâzım" müstesnâlardan. En azından yaşadığı müddet zarfında kadrinin bilindiğini hissetmek onun hakkı. Ali Abi'lerin kadr ü kıymetini bilmek lâzım; şehir onlarsız çoraklaşıyor.

Etrafınızdaki Ali Abi'lerin kıymetini biliniz.


Kaynak (Arşiv)